Licê katliamı 23 yıldır aydınlatılmayı bekliyor
AMED (DİHA) - Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın suikast sonucu ölümünün ardından yakılıp yıkılan Licê'nin failleri, tam 23 yıldır açığa çıkarılmayı bekliyor. Başından beri mağdurların avukatlığını yapan Avukat Fethi Gümüş ise, cezasızlığa karşı sonuna kadar mücadele edeceklerini vurguladı.
Amed'in (Diyarbakır) Licê ilçesinde, 22 Ekim 1993 tarihinde Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın şüpheli bir suikastla öldürülmesinin ardından ilçeyi yakıp yıkan asker ve polisler, 16 kişiyi katletti, 36 kişiyi yaraladı, yüzlerce ev ve işyerini de küle çevirdi. Katliamın üzerinin örtülmesi ve sorumluların hesap vermemesi için ise dava dosyası tam 20 yıl sonra zaman aşımına sadece 1 gün kala hazırlandı. Katliamın yaşandığı dönemde Amed Baro Başkanı olan ve davayı başından beri takip eden Avukat Fethi Gümüş, ilçenin neden hedef olduğunu ve davanın geldiği aşamayı değerlendirdi.
'Devlet nezdinde Lice'nin ayrı bir özelliği var'
90'lı yıllarda bölgedeki birçok il, ilçe ve köyde insanlık dışı uygulamalar, köy yakmalar, bombalar ve "faili meçhul" cinayetler gibi birçok olay yaşandığını hatırlatan Gümüş, bu olayların en barizinin ise 22 Ekim 1993 tarihinde Licê'de yaşandığının altını çizdi.
Kürt hareketinin başlattığı direnişlere başından beri katılmış ve destek vermiş olması nedeniyle devlet nezdinde Licê'nin ayrı özelliği olduğunu vurgulayan Gümüş, şunları belirtti: “Bu da devletin o zamanın yetkililerinin, hükümetin dikkatini çekmiş olacaktı ki Licê'ye özel olarak yönelmeye başlandı. Bununla ilgili belgeler zamanında elimize geçmişti. Bu belgelerden bir tanesi de Kürt gençleri, aydınlarının Diyarbakır'da yargılandığı DDKO davasında karşımıza çıktı. MİT tarafından hazırlanan ve üzerinde kırmızı mühürle 'çok gizli' ibaresi yazılan raporda, Kürtlerin yaşadığı yerlerle ilgili çok ayrıntılı bilgi ve belgeler mevcuttu. Hiç unutmuyorum, raporun Licê ile ilgili kısmında şöyle bir cümle geçiyordu; 'Bir Kürt hareketi halinde bölgede ilk etapta havadan taranacak, bombalanacak ilçe Licê'dir. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta Licê’nin dağlık kesiminde hava boşluğu mevcuttur. Ona göre hareket edilmesi lazım.'
Raporda, sadece Licê 'havadan bombalanacak ilçe' olarak geçiyordu. Yıl 1993. Belki o raporun gereği olarak Licê hem karadan hem de havadan bombalandı.”
'Her evde acı bir olay'
Bahtiyar Aydın öldürüldüğünde Licê'de, PKK ile asker-polis arasında karşılıklı çatışma yaşanmadığını, katliamın önceden planlandığına işaret eden Gümüş, Pasur'a (Kulp) gitmek isteyen dönemin Jandarma Bölge Komutan Bahtiyar Aydın'ın, dönemin Diyarbakır Jandarma Alay Komutanı emekli Albay Eşref Hatipoğlu tarafından bir bahaneyle Licê'ye getirildiğini söyledi.
Gümüş, tanıkların anlatımlarına göre de Bahtiyar Aydın'ın, Licê'deki çatışmalara karşı çıktığı için askerler tarafından öldürüldüğünü kaydetti.
Olay tarihinde Licê'nin etrafının askerler tarafından kapatıldığını, PKK'nin orada eylem yapmasının zor olduğunu ifade eden Gümüş, "Deniz Baykal bunu PKK'nin yapmadığını, devletin yaptığından hareketle oraya gidip rapor tanzim etmek istiyordu. Licê'ye gitmek isteyenler engellendi. Dolayısıyla orada yaşayan insanlar o zulüm ve yakma olayıyla baş başa kaldılar. Aradan epey zaman geçtikten sonra oraya gittik. Tanıkları dinledik, araştırmaları yaptık. Baktık ki gerçekten devlet çok açık bir şekilde gündüz ortasında ilçeyi yakıp yıkmış. Asker olay öncesinde polise, 'Sakın siz dışarı çıkmayın. Bir yere de ateş etmeyin' diye talimat vermiş. Bu zaten polislerin dosyadaki ifadelerinde geçiyor. Sadece sokaklarda askerler var. İlçeyi sadece askerler yakıp, yıkmış. Yani Licê'de bir vahşet yaşanmış. Her evde acı bir olay. Ben detayına girmek istemiyorum. Saatler günler alır" diye anlattı.
'Askerler arasındaki ihtilaf sayesinde olayı öğrendik'
Licê davasının açılması ve sorumluların yargılanması için ilçe halkı ile birlikte yıllarca mücadele ettiklerini dişle getiren Gümüş, davanın zaman aşımına bir gün kala açılmış olması konusunda ise şunları söyledi:
"Avukatlar ve Licê halkı olarak bu olayın askerler tarafından yapıldığı tartışmasız. O dönem katliamın kimin emriyle yapıldığını konusunda bilgimiz yoktu. Olaydan sonra savcılıktaki dosyayı alabilmek için günlerce uğraştım. Ancak elde edemedim. Birçok yetkili ile görüşmeler yaptım. Dönemin vali yardımcısı ile bu konuda tartışmamız oldu. Bir türlü dosyayı vermiyordu bize. Ben dosyanın bir örneğini farklı bir yöntem ile savcılıktan aldım. Olup bitenleri öğrendikten sonra harekete geçtim. Askerler kendi aralarındaki ihtilaftan hareketle o dosyaya isimsiz ihbar mektupları gönderiyorlar. Gizli tanıklar ortaya çıkıyor. Bunların sonucunda hangi komutanın talimat verdiği hangi komutanın generali öldürdüğü, olayın ne şekilde cereyan ettiğini bunlardan öğrendik.
Bu kişilerin hakkında dava açılması için uğraştım. Nihayet bir savcı, bu davanın açılması konusunda samimiyetle uğraştı. Biz de savcıya, tanıkların, mağdurları isimlerini, elimizdeki delilleri verdik. O savcının uğraşıyla dosya zaman aşımına uğramadan bir gün önce dava açıldı."
'Katliamın sanığı bizi tehdit etti'
Davanın açılmasıyla birlikte ise Licê katliamının açığa çıkacağını ve sorumlularının cezalandırılacağı konusunda çok umutlandıklarını ifade eden Gümüş, ancak bunun yerine faillerin aklanması ve yargılamaların devletin aleyhinde sonuçlanmaması için benzer dosyalarda karşılaşıldığı gibi dava dosyasının ‘güvenlik’ gerekçesiyle İzmir'e nakledildiğini kaydetti.
Gümüş, “Bu sonradan araştırdık ki olayın asıl faili olan Albay Eşref Hatipoğlu, emekli olduktan sonra İzmir'e yerleşmiş. Dosya da onun ayağına gönderildi. Dava ayağına gelmiş olmasına rağmen olayın asıl faili Hatipoğlu, tenezzül edip mahkemeye bile gelmedi. Çok zorladık, şikâyette bulunduk nihayet fail olan komutanı mahkemeye getirdiler. Mahkemenin karşısında savunma yapmak yerine resmen bizlere saldırdı ve tehdit etti. Bize ve Licê halkına yönelik suçlamalarda bulundu" diye kaydetti.
‘Bir polis ve subayın yargılanması devletin yargılanması anlamına gelir…’
Licê davası faillerinin korunduğunu belirten Gümüş, davadan olumlu bir sonuç çıkma ihtimalini son derece zayıf gördüğünü belirtti. Gümüş, bu konudaki sözlerine şöyle devam etti:
Dosyada bütün deliller mevcut. Buna rağmen dava zaman aşımına uğratılmak ya da üzeri kapatılmak isteniyor. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Kürdistan'da devlet tarafından Kürtlerin aleyhine işlenmiş suçlarda yapılan yargılamalarda hiçbir devlet yetkilisi cezalandırılmış değildir. Çünkü herhangi bir polis ve subayın yargılanması devletin yargılanması, cezalandırılması anlamına gelir. Devlet bunu bildiği için asla kendisini o konuma sokmuyor. Burada Van'ın Özalp ilçesinde 33 Kürdün katliam emrini veren Muğlalı istisnadır. Ancak daha sonra da itibarı iade edildi, ismi Özalp'teki bir caddeye verildi. Davayı takip eden avukatlar ve Licê halkı olarak bu davanın takipçisi olacağız."
Dava hakkında
Licê’de 22 Ekim 1993 tarihinde başlayıp 4 gün süren yıkım ve talanda aralarında Jandarma Bölge Komutan Bahtiyar Aydın'ın da bulunduğu 16 kişi yaşamını yitirdi, 36 kişi ise yaralandı. Çok sayıda ev ve işyerinin askerler tarafından yakıldığı ilçeden, binlerce insan göç etmek zorunda kaldı. Resmi kayıtlara göre ilçedeki 401 konuttan 302’sine tam, 86’sına orta, 13’üne de az hasarlı raporu verildi. Licê katliamı davasında etkili ve yeterli soruşturma yürütülmemesi üzerine dosya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşınmış ve Türkiye dostane çözüme giderek “yaşam hakkını ihlal”den mağdurlara dönemin parasıyla 4.1 trilyon lira tazminat ödemişti.
Katliamla ilgili iddianame zamanaşımına bir gün kala kabul edildi, yargılama 21 yıl sonra, 16 Ocak 2014 tarihinde başladı. İddianamede, dönemin yetkililerinin yaptığı açıklamaların tersine PKK'nin ilçeye saldırı yapmadığı kaydedildi.
İddianamede, olayın failleri olarak gösterilen dönemin Diyarbakır Jandarma Alay Komutanı emekli Albay Eşref Hatipoğlu ile Üsteğmen Tünay Yanardağ hakkında "Taammüden öldürme", "Halkı isyana ve birbirini öldürmeye teşvik", "Cürüm işlemek üzere teşekkül oluşturma" suçlarından ağırlaştırılmış müebbet hapis ve 24 yıla kadar hapis cezası istendi. Sanıklardan Üsteğmen Tünay Yanardağ, yargılamanın sürdüğü 23 Ağustos 2015 tarihinde Singapur'da geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.
“Güvenlik” gerekçesiyle Amed'ten önce Eskişehir’e sonra İzmir’e taşınan dava, İzmir 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye devam ediliyor.
(dte-bo/fç/öç)