DİHA - Dicle Haber Ajansı

Kültür Sanat

Zorunlu göçlerin hikayesi: KOK

 
20 Ekim
09:04 2016

MERSİN (DİHA) - Kürt halkının toprağına ve köklerine olan özleminin yanında zorunlu göçleri ele alan "KOK" belgeseli, büyük zorlukların ardından tamamlandı.

Mersin'de 1990'lı yıllarda zorla yerinden edilmelerle ilgili çalışma yürüten Akdeniz Göç-Der, "KOK" adlı bir belgesel çekti. Sivil Düşün AB Programı Aktivist Desteği kapsamında Avrupa Birliği desteği ile hazırlanan belgesel, 1990'lardan itibaren Türkiye'de Kürt sorununun çözülmemesinden kaynaklı 30 yılık çatışmalı süreçte; zorla boşaltılmış yerleşim yerlerinden, metropollere, özelikle Çukurova bölgesine göç etmek zorunda kalmış yurttaşların hayat hikâyelerini konu alıyor. Yaklaşık 7 ay süren belgesel çekimi tamamlanırken, belgeselin galası 5 Kasım Cumartesi günü İstanbul Fatih Cağaloğlu Tabipler Odası Kongre Salonu'nda yapılacak.

Belgesel çekimine geçtiğimiz nisan ayında başladıklarını ifade eden Akdeniz Göç- Der Başkanı Reşat Aşan, belgeseli Amed (Diyarbakır) merkez ve Farqin'de (Silvan) boşaltılan, kısmi geri dönüşlerin olduğu Ferhen Köyü ve Adana'nın Tuzla semtinde 22 yıldır yerleşen ailelerle görüşerek çektiklerini söyledi. Belgeselin aynı zamanda zorunlu göçe maruz kalan, yaşama tutunmaya çalışan yüz binlerce yurttaşın yaşam koşulları ve çalışma hayatı ile ilgili görsel bir veri niteliğinde olduğuna değinen Aşan, "İnsan hakları ve sivil toplum örgütlerinin önüne bir veri koyarak, bunun üzerine politika oluşturulması için yapıldı" dedi. Belgeselde son süreçlerde yaşanan zorunlu göçü de ele aldıklarını kaydeden Aşan, "Özelikle 2015 savaşıyla birlikte birden fazla zorunlu göçe maruz olan ailelerle karşılaştık" dedi.

'Her bitki kendi köklerinde yeşerir'

Belgeselin adıyla ilgili de konuşan Aşan, "KOK" kelimesinin Türkçe'deki karşılığının "kök" olduğunu söyledi. Bu ismi Röportaj sırasında bir annenin söylediği Ehmedê Xanî'ye ait olduğu belirtilen "Her dar li ser koka xwe şîn dibe (Her ağaç kendi kökü üzerine yeşerir)" söyleminden yola çıkarak koyduklarını belirten Aşan, yaptıkları her röportajda insanların kendi topraklarına dönmek istediğini ifade ederek, belgeselin bütün göç mağdurları için bir özet olduğunu söyledi.

'Katliam Kürt halkının kaderi değil'

Göç-Der ilk projeyi önerdiğinde belgeseli çekip çekmeme noktasında tereddüt yaşadığını ifade eden belgeselin yönetmeni Sibel Yiğittekin ise, "Gerçekten bir halkın acılarını anlatmak bana çok ahlaki ve etik gelmedi. Ama bunu yapmak ve anlatmak gerekiyordu. Bağımsız muhalif sanatçı olmak bunları ortaya koymayı gerektiriyor. 1990'lı yıllardan bu yana bu trajediler yaşanıyor bu trajediler bu halkın gerçeği değil ya da kaderi değil bunu artık tüm dünyanın görerek, burada yaşananlara yüzünü dönmesini gerekiyor" dedi.

'Özgürlüğü kendi topraklarında çözümlüyorlar'

Belgeselin bir farkındalık yaratmak için de önemli olduğuna değinen Yiğittekin, "Farkındalık yaratacaksa bu belgesel politik bir farkındalık yaratmalı. Çünkü çadırdan o insanları eve yerleştirmek onların özgürlüğü değildir. Ait oldukları toprakları ve yerleri var bu insanların oraya gitmeleri ait oldukları yerlere dönmeleri gerekir. Orada özgürleşmelidir. O insanların da tek talebi barış ve kendi topraklarına dönmek. Devletten bir şey beklemiyorlar. Hatta bir annenin bir sözü var 'Ne beni sevsin ne de beni öldürsün' diyor. Çok net anlatıyor anne isteğini. Çadırda da yaşasa kendi toprağında yaşamak istiyor ve özgürlüğü orada çözümlüyor" dedi.

'Ne kadar süreceği belli olmayan bir gerçek...'

Yiğittekin, belgeselde 11 ailenin hikâyesinin yer aldığını belirtirken, her bir ailenin kendi gerçekliği olduğunu dile getirdi. Yiğittekin, "Hepsi köklerinden koparılmışlardı. Mesela Farqin'in köylerinde çektiğimiz kısımlarda köylerine dönen köylülerle konuştuk ancak o aidiyet yoktu. Çünkü o ağaca bir kez balta vurulmuştu ve ağaç yeniden yaşam bulmak için direniyordu. Ama hepsinin ortak bir gerçekliği vardı ve biz bu gerçekliği ortaya koyduk. Yani 1990'lı yıllardan başlayan bu güne kadar devam eden ve bundan sonrasında da ne kadar süreceği de belli olmayan bir gerçek" dedi.

Röportajların hepsinin Kürtçe'nin Kurmanci lehçesiyle çekildiğini aktaran Yiğittekin, "Tüm zorluklara ve trajedilere rağmen herkes kendi anadilini konuşuyordu. Kürt halkı, baskı, zulüm ve açlıkla terbiye edilmeye çalışılsa da hala anadillerini konuşarak direnişini gerçekleştiriyor" dedi.

'Hayır, kimse gelmeyecek...'

Belgeselde yer alan her bir hikâyenin kendisini ayrı ayrı etkilediğini dile getiren Yiğittekin ancak özellikle Mir Zeydin ve Edib'in hikayesinin ayrı bir yeri olduğundan bahsetti. Her ikisinin de 1990'lı yıllarda yaşadığı işkencelerden kaynaklı yıprandıklarını ve ilaçlarla yaşadıklarını kaydeden Yiğittekin, Mir Zeydin'in ise hem o dönemde Hizbullah tarafından hem de devlet tarafından ciddi şekilde işkenceye uğradığını söyleyerek, "Önce bize röportaj vermek istemiyordu. Çünkü hala şu korkuyu görebildik, 'Eğer biz röportaj yaparsak tekrar gelip aynı işkenceyi yapacaklar' ve biz asla şu nokta da ikna edemezdik. Hayır, kimse gelmeyecek size işkence yapıp, sizi öldürmeyecek. Çünkü şu an öyle bir imkân yok. Ama kendiliğinden geldi ve anlattı" diye konuştu.

'Orası baldan tatlı'

"Bir Pîrê vardı 80 yaşında bir neneydi ve anlatırken yaşadıklarını gözlerinde bir umutsuzluk vardı" diyen Yiğittekin, "Bu umutsuzluk toprağını görememe umutsuzluğuydu. 'Belki buralarda ölüp gideceğim' diyor hem umutsuzluk var ama belki diyor, hala kendi topraklarında ölmek istediğini vurguluyor belkiyle. Röportajda toprağını anlatırken, 'Orası baldan tatlı ' diye anlatıyor" dedi.

(ba/st/cd)



Paylaş

EN ÇOK OKUNANLAR