DİHA - Dicle Haber Ajansı

Haberler

Dış politikada kaybeden AKP içte kazanma çabasında - ANALİZ

 
19 Ekim
13:52 2016

ANKARA (DİHA) - Agresif bir dış politika ile bölgede “oyun kurucu güç" olmaya çalışan, ancak bu yönlü attığı her adım hüsranla sonuçlanan AKP Hükümeti, bugün dış politikada “kaybeden ülke" konumunda. Buna rağmen Musul operasyonu konusunda agresif bir tutum takınmaya devam eden AKP, sürekli kaybettiği dış politikada tırmantırmak istediği gerilim üzerinden iç politikada Başkanlık Sistemi gibi amaçlarına ulaşma çabası içerisinde.

Türkiye’nin Musul operasyonu üzerinden bölgede yürüttüğü gerginlik siyaseti ve bu yönlü yapılan açıklamalar, dış politikada yeni bir adım olarak görülmesinin yanı sıra dış politikayı, iç politikanın malzeme haline getirmenin de son derece ilginç bir örneği durumunda. Türkiye, AKP hükümetleri döneminde mimarlığını eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun yaptığı ama esasen daha sonra Davutoğlu’nu görevinden azleden şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın onayına bağlı olan dış politika, AKP öncülüğündeki Türkiye’nin, Müslüman Ortadoğu’nun üstlenmesi amacı üzerine kuruldu.

Buna göre, AKP hem bölgesel hem de uluslararası düzeyde yürüttüğü politika ile sözü dinlenen ülke haline gelecek ve gelişmeler Erdoğan ve AKP’nin isteğine göre şekillenecekti. Bu tez ve girişim esas olarak, bölgenin eski Osmanlı bakiyesi olması ön kabulüne dayanan Neo-Osmanlıcılık anlayışı üzerinden formüle edilerek sahaya uyarlanmaya çalışıldı.

Bunun için de AKP iktidarının ilk yıllarında daha çok iyi ilişkiler geliştirme, sorun çözücü gözükme ve yumuşak güç olma yaklaşımıyla yol alınmaya çalışıldı. Öyle ki, AB üyelik süreci hızlandırılıyor, komşularla “sıfır sorun” sloganı bağlamında, ortak bakanlar kurulu toplantıları gerçekleştiriliyor, Filistin İsrail arasındaki çatışmada arabuluculuk rolü üstleniliyordu. Ancak 2007 yılındaki Cumhurbaşkanı seçimiyle birlikte, kendisini gittikçe daha çok ‘devletin sahibi’ olarak görmeye başlayan AKP iktidarı, özellikle Arap Baharı sonrasında 14 yıllık iktidarının ikinci yarısında bölgesel düzeydeki amaçlarına bağlı olarak, tutum, söylem, tavır değiştirmeye başladı.

Diplomatik nezaketi elden bırakmayan AKP, Arap baharının tam da amaçlarını gerçekleştirmek için uygun bir zemin sunduğu tespitinden hareketle, kendi etkinlik sınırlarını genişletmek için komşu ülkelerin sınırlarını ihlal ederek, sorunlara müdahil olma yolunu seçti.

Suriye, Mısır, İsrail ve bugün de Irak’ın sorunlarına fazlasıyla müdahil olan AKP, zaman içerisinde bütün dış politikalarının çökmesi üzerine bu politikalarının tamamından çark etti. Şimdi ise, içeride ve dışarıda politikası çökmüş, dikkate alınmayan ve hatta istenmeyen ülke haline gelen Türkiye ve yöneticileri, agresif bir dış politika ile durumu kurtarmaya çabası içerinde.


Suriye politikası AKP'yi mahcup etti

AKP, dış politikasının en fazla çöktüğü alan Suriye politikası oldu. Geçmişte, Esad ile yakın ilişkiler geliştiren, ortak Bakanlar Kurulu toplantıları düzenleyen, birlikte tatillere giden Erdoğan yönetimi, Hama'da başlayan isyan ile birlikte Esad yönetimini karşısına aldı.

Esad'ı, "Esed" şeklinde telaffuz edip, onu "Katil, diktatör” olarak nitelendirerek, Kürtler hariç Suriye'deki radikalinden liberaline kadar bütün silahlı muhalefete kucak açan Türkiye, yıllar içerisinde bu tutum nedeniyle DAİŞ'e destek veren ülke haline geldi. Yine kendisini El Kaide’nin uzantısı olarak gösteren El Nusra gibi oluşumlara verdiği desteği çoğu zaman saklama gereği dahi duymayan Türkiye, Suriye iç savaşının ilk yıllarında "Esad rejiminin erkenden yıkılacağını ve Türkiye'ye bağımlı muhaliflerden bir yönetim" oluşturulacağını hesaplıyordu.

Suriyeli muhaliflerin oluşturduğu oluşumlar ilk olarak İstanbul'da toplanmaya başlarken, kimi AKP'li yetkililer ise o dönem yaptıkları açıklamalarla Şam ve Halep'te aylar içerisinde namaz kılacaklarını açıklıyordu. Yürütülen savaşa verilen bu açık destekle Türkiye, Suriye'ye saldıran silahlı unsurların üssü haline geldi. Ancak zamanla Rusya, İran, Hizbullah'ın sürece müdahil olması dengeleri Esad yönetimi lehine çevirdi.

Türkiye'nin Suriye'de duruma bu kadar müdahil olmasının nedenlerinden biri, etkinlik arayışı olsa da bir diğer belirleyici neden ise Kürtlerin kazanım elde etmesinin önüne geçmekti.

Ancak Türkiye'nin belki de sürece bu kadar fazla angaje olması ile birlikte Kürtler, Temmuz 2012 tarihinde kendi bölgelerinde etkinliklerini sağlayarak, askeri ve siyasi olarak hem dışarından hem de silahlı gruplardan gelecek olan saldırılara karşı direniş cephesi oluşturdu. Kobanê'de, tarihin en büyük direnişini vererek DAİŞ'in yenilebilir olduğunu dünyaya göstererek DAİŞ sonun başlangıcını yaratan Suriyeli Kürtler, AKP hükümetinden destek görmek yerine markaj altında tutulup, saldırıya maruz kaldı. Öyle ki AKP, çoğu zaman diğer grupları Kürtlere saldırmaları karşılığında destekledi. Buna rağmen AKP'nin Kürt karşıtlığı politikası, Suriye politikasının bir bütünen çökmesi sonucu beraberinde getirdi.

Suriye politikasının çöktüğünü görse de, AKP uzun süre kabul etmek istemedi. Bu da durumun derinleşmesine neden oldu. Ancak özellikle durumun artık daha fazla Esad lehine değiştiğinin görülmesi ile birlikte Türkiye, Suriye politikasında değişikliğe gitti. "Katil Esad" söylemi yerini gittikçe mahcup bir "Esad" söylemine bıraktı. Suriye politikasında, Dışişleri Bakanlığı’ndaki eski politika yapıcıların çoğu Cemaatle ilişkilendirilerek tasfiye edilirken, yerlerine İşçi Partisi ve Ergenekon unsurları ikame edilmeye başladı. Başbakan Binali Yıldırım'ın, "Suriye ile sorun yaşamamızı gerektiren bir durum yok" açıklaması ile başlayan bu mahcup dönüş, AKP ile Esad rejimi arasında Riyad'da ve Şam'da doğrudan görüşmeler yapılması noktasına geldi.

Suriye politikasını değiştiren AKP’nin değiştirmediği tek şey ise, Kürt karşıtlığı oldu.


Rusya'ya karşı önce efelendi ardından özür diledi

Türkiye aynı dönemlerde Suriye politikası nedeniyle Rusya ile de zaman zaman karşı karşıya kaldı. Rus uçağının Kasım 2015 tarihinde Türkiye tarafından düşürülmesinin ardından iki ülke arasındaki kriz büyüdü. Türkiye yönetimi ve Erdoğan, ilk başlarda uçağın düşürülmesini savunarak, "yeniden aynı durumun olması halinde tereddüt edilmeden aynı şeyin yapılacağını" açıklıyor ve talimatın kendileri tarafından verildiğini açıklıyordu. Rusya ise ekonomik ambargo ile Türkiye'ye karşılık verdi ve bir süre Türkiye misilleme korkusu nedeniyle güney sınırında uçak dahi havalandıramadı. Rusya ambargolarının Türkiye'yi zorlaması ve Suriye politikası nedeniyle manevra alanının daralması nedeniyle Rusya'dan doğrudan özür dileyen Erdoğan, ardından da Rusya'ya gitti.

Gelen bu özür sonrasında ise Rusya ile kimi anlaşmalar yapıldı. Rus uçağının düşürülmesi ekonomik ve siyasi olarak Türkiye'ye pahalıya patladı ve Rusya, Türkiye'ye Suriye hükümetini ve Esad'ın varlığını bir kez daha kabul ettirdi.

Darbeci Sisi ile yakınlaşma girişimi

Türkiye, Arap Baharı’nın yaşandığı önemli ülkelerden biri olan Mısır ile de ciddi sorunlar yaşadı. Arap Baharı’nın yaşandığı dönemlerde iktidara alan Mursi yönetimi ile sıkı ilişkiler kuran ve ideolojik yakınlık duyan AKP, ardından gelen darbe süreci ile birlikte ilk önce Sisi yönetimine karşıt net bir tavır aldı.

Her platforma Sisi karşıtlığını dile getiren Erdoğan, Rabia işaretlerini de AKP işaretlerine dönüştürdü. Ancak aradan çok geçmeden Türkiye, İstanbul'da gerçekleşen İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısına, "darbeci Sisi'yi" Mısır Cumhurbaşkanı sıfatı ile çağırdı. Sisi yerine Mısır hükümetinden bir yetkili geldi ve o toplantıda Erdoğan, Mısır yönetimine teşekkür etti. Bu adım, Türkiye'nin Mısır'a karşı geri adım atması olarak nitelendirdi.

'O çocukları öldürmeyi iyi bilen ülke şimdi dost ülke'

AKP'nin dış politikada çöktüğünün ve bunun sonucunda çark ederek geri adım attığının en büyük kanıtı ise İsrail ile yaşanan gerginlik ve sonrasında yapılan anlaşmalar oldu.

Erdoğan yönetimi yıllar yılı "İsrail ile çatışan ülke" imajı yarattı. Davos'ta Erdoğan'ın İsrail liderine “van minüt” çekmesini yıllarca iç politika malzemesi haline getiren Erdoğan yönetimi, Mavi Marmara olayından sonra da İsrail ile ipleri atmış görüntüsü sergiledi. Ancak aynı dönemlerde İsrail ile bütün ilişkiler sürdürüldü. Erdoğan hükümeti daha önce "Siz çocukları öldürmeyi iyi bilirsiniz" dediği İsrail yönetimi ile "Mavi Marmara" taleplerinin kabul edildiği gerekçesiyle kimi anlaşmalar imzalayarak geri adım attı.

Böylece AKP siyasetinin ta Erbakan döneminden beri iç siyasette de bayrak yaptığı Filistin davası, "İsrail anlaşmaları" ile bir kez daha unutuldu. Türkiye'nin taleplerinden biri olan Gazze’ye İsrail ablukası kalkmadığı gibi, İsrail Türkiye'den özür de dilemedi.

Sırasıyla Mısır, Suriye, İsrail’e karşı meydan okusa da daha sonra hepsi ile ilişkileri tamir etmenin yollarını arayan ve bu konuda çeşitli tavizler veren Türkiye, şimdi Başika meselesi üzerinden Irak hükümetine meydan okur halde. Nispeten güçsüz olan ve birçok sorunla uğraşan Irak hükümetinin arkasına bir yandan İran öte yandan ABD desteğini aldığı dikkate alındığında Erdoğan ve AKP'nin, Irak'a meydan okumaları da geçmişteki sonuçsuz meydan okumalardan farksız.

2003 yılında ABD'nin isteğine rağmen, 1 Mart tezkeresi ile Irak'a asker göndermeyip, bölgedeki etkinliğini daha çok artıran Türkiye, şimdi bütün dinamikler karşı olmasına rağmen Irak'a asker sokmaktan, Dicle Kalkanı başlatmaktan bahseder durumda. Bunun pratikte çok fazla karşılığı olmasa da, Erdoğan ve AKP'nin konuyu gündeme getirmesi ve gerginleştirmesinin ciddi siyasi nedenleri sözkonusu. Öncelikli nedenlerden biri ise, AKP’nin bölgede attığı her adımı Kürtlerin statü elde etmemesi yani klasik Kürt karşıtlığı üzerinden atması.

Öte yandan, içeride başlatılan Başkanlık tartışmasıyla gözlerin çevrildiği Erdoğan, sonradan geri adım atmış olsa bile, tıpkı bir dönem "İsrail'e, Mısır'a meydan okuyan, bölge devletlerine kafa tutan" lider imajı gibi bugün de dünyaya, ABD'ye, AB'ye, Irak'a meydan okuyan lider imajı yaratma çabasında. Bu nedenle dış politikada Irak ile girişilen "dalaşma" siyaseti, aslında iç siyaseti dizayn etmeye yönelik atılan adımların bir parçası niteliğinde.

(kk/öç)




Paylaş

EN ÇOK OKUNANLAR