DİHA - Dicle Haber Ajansı

Ekonomi

Küresel çöküşten Türkiye kendi mezarını kazıyor

 
24 Haziran
13:16 2016

DENİZ NAZLIM

ANKARA (DİHA)
- Küresel ekonominin çıkmaz bir yola girdiğini belirten Utah Üniversitesi'nden ekonomist Anıl Aba, Türkiye ekonomisine dair, "Böyle sanal büyüme oranları da ne kadar büyük olursa çıkacak kriz de o kadar derin olacaktır" dedi.

Uzun bir süredir küresel ekonomideki kriz iktisatçıların ana gündemi. Krizin en ciddi göstergesi olarak ABD Merkez Bankası'nın (FED) faiz artırımlarına gitmemesi başka bir deyişle ekonomisinin hala iyileşememesine dikkat çekiliyor. Gelişmiş ekonomilerde düşük büyüme oranları, gelir-servet dağılımının bozukluğu, işsizliğin yüksek seviyeleri küresel krizin sonuçlarından bazıları. Utah Üniversitesi'nden ekonomist Anıl Aba, küresel ekonomik krizi ve Türkiye yansımalarına ilişkin ajansımızın sorularını yanıtladı.

* "Fazla paranın yatırıma dönüşmemesi" şeklinde de tanımlanan küresel kriz sizin için ne ifade ediyor, sonuçlarını nasıl görüyorsunuz?

Neo-liberal dönem dedikleri son 30-40 yıl boyunca küresel ölçekte finansallaşmanın ve piyasalaşmanın artması, dünya ekonomisini, burjuva iktisatçılarının beklediği gibi istikrara kavuşturmadı, aksine daha kırılgan bir hale getirdi. Bahsettiğin küresel dengesizlikler tesadüfî ekonomik şoklar değil, kapitalizmin normal işleyişinin bir sonucu aslında. 2007'de başlayan küresel çöküş sırasında herkes "V" çıkışı mı yoksa "U" çıkışı mı olacak diye tartışırken gelinen noktada gelişmiş ekonomiler gayet de "L" çıkışı ya da çıkamayışı, şeklinde ilerliyor. Hem de Şarlo'nun ayakkabıları gibi bir "L".

* Bahsettiğiniz "L" çıkışı ya da çıkamayışının temel sebepleri nedir. Kapitalistlerin krizden kurtulmak için izlediği bir politika var mı?

Sürdürülebilir kapitalist büyümenin lokomotifi yatırımdır. Ancak kapitalist gelecekte kâr edeceğini düşünürse yatırım yapar, düşünmezse yapmaz. Kârlılığın azaldığı, sistemik riskin arttığı, işçilerin üretilen toplam mal ve hizmetlere yeterli toplam talep gösteremediği bir ortamda biriken sermaye yatırıma dönüşmüyor. Bunun yerine düşük getirili makul bir para biriminde istifleniyor, çünkü parayı istiflemek hem reel yatırıma dönüştürmekten hem de finans sektöründe kumara yatırmaktan daha güvenli. Yatırıma dönüşen para her an eriyip yok olabilir.

'Bu tezgah dönmeyecek'

Üretken sektörler doygunluğa ulaşmış durumda; araba üretmenin pek bir esprisi yok. Artık bir sürü büyük şirket faaliyet-dışı kârlara bel bağlıyor. Hizmet ve bilişim sektörleri zaten ölçeğe göre artan kazanç getiren sektörler değil. Daha önceki sistemik kriz dönemlerinde kapitalizm kendini yayılma etkisi olan icatlar ile yenilemişti. Bana kalırsa dünya kapitalizmi benzer bir sıkışmışlık yaşıyor. Yakın zamanda buhar makinesi, demiryolu ya da elektrik ayarında büyük bir icat çıkar mı? Çıkacakmış gibi durmuyor. Ama bu tezgâh her sene kasası ve model numarası değişen akıllı telefonlarla ya da benzinli arabaların yerini alacak elektrikli arabalarla dönmeyecek, orası aşikâr.

*İMF analizcileri de eleştirel iktisatçıların "sermayenin mutlak egemenliği" olarak tanımladığı "neo-liberalizm" üzerinden küresel ekonomiye dair eleştirilerde bulundu ya da biz öyle anladık! İMF analizini nasıl değerlendirdiniz?

Evet, o çalışmayı okudum. Yazarlardan biri Chicago, biri Rochester, diğeriyse Illinois gibi burjuva iktisadının ideolojik kalelerinden sayabileceğimiz üniversitelerinden doktoralarını almış araştırmacılar. Hâl böyle olunca insan ister istemez "Bayram değil seyran değil IMF'nin ekonomik tetikçileri bizi neden öptü?" diye soruyor kendi kendine.

'Neo-liberal pozisyonda yumuşamalar olabilir'

Ana-akım iktisat akademisinde araştırmalar burjuva ideolojisini besleyecek şekilde yapılır. Fakat buradaki incelik, hali hazırdaki egemen yalanı tekrar etmek değil, ileride olacaklara göre bugünden pozisyon almaktır. Dolayısıyla, IMF ekonomistlerinin aldığı pozisyon doğruysa, yakın gelecekte IMF'nin neo-liberal politika kümesinde bir takım kırılmalara ya da esnemelere gideceği düşünülebilir. Çünkü neo-liberalizmin vaatleri suya düştü. İnsanları ancak bir yere kadar kandırabilirsiniz. Eskiden kriz çıkar şirketler batardı, şimdi ülkeler batıyor. Yunanistan, Belçika, Fransa sokaklarında millet arabaları yakıp bankaların camlarını kırarken egemen ideolojiyi olduğu haliyle satmak zor. Yani bir ihtimal, neo-liberal pozisyonda yumuşamalar söz konusu olabilir.

* FED'in faiz artırımları sürekli erteleniyor. Geçtiğimiz Aralık ayında 25 baz puanlık bir artış yapılmıştı. Bu ay içinde de beklenen artış yaşanmadı. FED'in politikasını nasıl görüyorsunuz?

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard & Poor's (S&P) 500 endeksi neredeyse 2 yıldır yerinde sayıyor. İstihdam artıyor gibi gözüküyor ama bu kaliteli bir artış olmadığı için düzenli gelire dayalı tüketim beklenen seviyelerde değil. Emtia fiyatlarının tadı yok, deflasyon ile dezenflasyon arasında gidip geliyor. Faizler sıfıra yakın. Bu yıl ve önümüzdeki yıl için ekonomik büyüme beklentileri de aşağı doğru revize edildi. Bazı iktisatçılar Amerika'nın yeni bir krize doğru gidiyor olabileceğini tartışıyor. Gelinen noktada görüyoruz ki FED dereyi görmeden paçaları sıvamış. Zira bu olumsuz konjonktürde faizleri arttırmak ateşe körükle gitmek olacağından şimdi yine bir bekleme moduna girdiler.

* Küresel kriz ile ABD ekonomisi arasında nasıl bir ilişki bulunuyor?

Küresel finans dolaşımının çekirdeğinde Amerika'daki sermayesi vardır. Dolar, istikrarın gözlemlendiği dönemlerde gelişmekte olan ülkelere akarak buralarda balonlar yaratır. Sistemik risklerin arttığı dönemlerde de kendini çekip New York'a geri gelir. Orada ne idüğü belli- belirsiz bin bir çeşit finansal araçla tekrar getiri elde etmeye çalışır. Burada piyasanın şiştiği ve gelişmekte olan piyasalarda riskin azaldığı zamanlarda tekrar Asya'ya ve Latin Amerika'ya gider VS… Fakat bu para artık bu şekilde dolaşmıyor, dolaşamıyor. Yani küresel finansal dolaşım eskisine göre çok zayıf. Az evvel belirttiğim gibi, millet parasını dolaştırmak yerine istifliyor çünkü bugün paranın üzerine oturmak yatırım yapmaktan daha mantıklı.

'Virüs iyice yayılmış durumda'

Demem o ki Amerika'daki durağanlık kolay sermaye dolaşımıyla gelişmekte olan ülkeleri, gelişmekte olan ülkelerdeki kırılganlık da Amerikan ekonomisini besliyordu. Ama bugün görüyoruz ki bu mekanizma işlemiyor, sistemdeki para ne oraya ne de buraya gidiyor. Çünkü hastalık artık bir grup ülkenin hastalığı olmaktan çıktı, virüs küresel sisteme iyece yayılmış durumda.
Sıfıra yakın faiz maliyetiyle kolay ve ucuz kredi imkanı var ama kredi çekip parayı koyacak yatırım alanları yok. Şu an yatırım sermayeniz olsa hangi işe girersiniz? Ben hiçbir işe girmem. Altın, dolar, platin arasında dolaştırırım.

* Küresel ekonomiye yayılmış bir virüsten bahsediyorsak, bu virüs Türkiye'yi nasıl etkiliyor?

Türkiye de, gelişmekte olan bir ülke olarak, özellikle 2000'li yıllardaki dolar bolluğunda yatırım yapacak ucuz kredi bulmuştu. Fakat biz bu ucuz krediyi sanayi kapasitesini arttıracak veya organik tarımı destekleyecek yenilikçi projelerde değerlendirmek yerine duble yol, köprü, AVM, yaşam alanı, ve rezidans gibi kısır yatırımlarda kullandık. Doları betona çevirdik yani. Bunlar kısa vadede ekonomik büyümeye katkı yapan ama uzun vadede bize hayrı olmayan yatırımlar. Çünkü emlak bir kere yapılır, öyle kalır; ama fabrika sana sürekli büyüyerek üretim yapar.

'Türkiye para bulamıyor'

Krizle birlikte küresel finans çevriminin yavaşlaması Türkiye'yi de vurdu; birkaç sene evvel dolar 1.7 liraydı, şimdi oldu 3 lira, FED faizleri arttırabilse dayanacak 4 liraya. Bu sefer bizimkiler yüzünü Arap sermayesine ve İranlı "iş adamlarına" çevirdi. Onlarla da "iş" yapılmayacağı anlaşıldı, malûm. Yani Türkiye dolar bolluğunu, ucuz popülizm ile, çok yanlış ve çok etkisiz bir şekilde kullandı. Şimdi de hem yatırım yapacak para bulamıyor hem parayı bulsa yatıracağı doğru dürüst bir alan yok. İlkokulda "Türkiye tarım ve hayvancılık ülkesidir" diye öğrendik hep. Artık ne tarım kaldı ne de hayvancılık...

'Bir BMW için 400 TIR karpuz gidiyor'

60'lı ve 70'li yıllarda iyi kötü bir sanayileşme çabamız vardı, ancak bu gelişim 24 Ocak kararları, 12 Eylül darbesi ve Turgut Özal politikalarıyla olması gerekenden erken bir zamanda yavaşlatıldı. Elimizde bir tekstil kalmıştı onu da Çin aldı. Bize de şimdi duble yollardan, Giresun fındığından, Diyarbakır karpuzundan medet ummak kaldı. Biz bir adet BMW için 400 tır karpuz yolluyoruz Almanya'ya. Bütün Almanya nüfusunu karpuzla doyuruyoruz, karşılığında bir Türkiyeli BMW'ye binsin diye. Böyle bir matematikle Türkiye'nin ekonomisi gelişebilir mi?

* Küresel kriz gibi makro sebeplerin yanında Türkiye politik riskleri olan bir ülke. "Yüksek yoğunlukta çatışma"nın olduğu Türkiye, 2015 yılında yüzde 4, 2016 yılının ilk çeyreğinde yüzde 4,8 ile sürpriz bir şeklide büyüdü. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tabii, Türkiye hem ekonomik hem siyasi riskleri yüksek bir ülke. Doksanlarda komşularla sıfır sorun derken şimdi görüştüğümüz komşu kalmadı. Üstüne üstlük, en büyük ticaret ortaklarımızdan Almanya ve Rusya ile aramız bozuldu. 'Esad kardeşim' ile sürtüşüyoruz. Rejim tartışmaları sürüyor. 2-3 sene sonra Türkiye'nin parlamenter bir cumhuriyet olup olmayacağı bile belli değil. Böylesi bir ortam büyük yatırımcıların iştahını kapatıyor. Bırakın büyük yatırımları, sıcak para bile gelmek istemez. Bir de faizleri düşürelim diye tutturuyor.

'Rakamlar büyük ama içleri boş'

Bunlara rağmen yüksek sayılabilecek büyüme oranları var. Ancak bahsettiğin oranların kompozisyonuna bakınca görüyoruz ki büyümenin tamamına yakını artan özel tüketim ve devlet harcamalarından geliyor. Özel yatırımların büyümenin içindeki payı giderek düşüyor. Yani rakamlar büyük ama içleri boş. Çünkü yatırımsız büyüme kalitesiz büyümedir, sürdürülemez. Vatandaş çekip krediyi eve, arabaya ve teknolojik zımbırtılara yükleniyor. Takipteki kredi oranları sürekli artıyor. Yakın zamanda iflaslar ve hacizler de artacaktır.

'Türkiye kendi krizinin alt yapısını oluşturuyor'

Emlak balonu yok diyorlar; Edirne'de konuştuğum bir müteahhittin yalancısıyım; şu an Edirne'de hane halkı sayısından daha fazla daire varmış ama fiyatlar hala yüksek. İstanbul'da da fiyatlar sürekli artıyor ama rezidanslarda doluluk oranı yüzde 60-70 civarında. Sapphire'deki bir daireye 4 milyon dolar kim verir? Zaten sistem optimizm üzerine kurulu olduğu için "balon yok" demek burjuva iktisatçılarının boynunun borcu. Balon şişerken kimse balon olduğunu kabul etmez, balon patlayınca da "demek balon varmış" diye açıklama yaparlar.

Velhasıl, geçen seferki bizden kaynaklanmayan ama bizi de etkileyen bir krizdi. Bu sefer biz kendi krizimizin altyapısını oluşturuyoruz. Böyle sanal büyüme oranları da ne kadar büyük olursa çıkacak kriz de o kadar derin olacaktır.

(sd)



Paylaş

EN ÇOK OKUNANLAR