Ekonomide kriz gölgeleniyor, istikrar sürdürülebilir değil - DOSYA 1
DENİZ NAZLIM
Sermaye için kriz yaşanmasa da emekçi krizde
ANKARA (DİHA) - 2013 yılından bu yana gelişmemiş 5 ülke ile birlikte "Kırılgan Beşli" adı altında kırılgan ve dışa bağımlı ekonomik yapısıyla Türkiye'de yaşanan politik gerilim, iç savaş ve FED'in faiz artırımı beklentisinin aynı döneme denk gelmesi iktisatçılar arasında "kriz" beklentisi yaratsa da, son 1 yıl içinde bu beklenti gerçekleşmedi. Bu beklentinin gerçekleşmemesinde yabancı sermayenin kesin çıkışlarının yaşanmaması ve politik gerilimin "risk" olarak algılanmaması yatarken, Prof. Dr. Aziz Konukman, "kriz" kavramını sınıfsal bakılmasına işaret etti ve ekledi: "Kötü ekonomi ile kriz ayrı şeyler. Türkiye’de bir çok ekonomik sorun var ancak bunların varlığı bir kriz nedeni değil. Emek açısından ise bunlar kriz. İşsize ‘Kriz ne zaman çıkacak’ diye sorsan saçma olur. O zaten işsiz ve krizde!"
J.P. Morgan analistleri tarafından 2013 yılında ortaya atılan “Kırılgan Beşli” sınıflandırması Brezilya, Hindistan, Endonezya ve Güney Afrika ile Türkiye’yi kapsıyordu. Bu 5 ülkenin aynı grupta sınıflandırmasının başlıca nedenleri ise “seçimler ve siyasal istikrarsızlık süreci”, “büyüme, enflasyon, cari açık oranı ve işsizlik gibi rakamların kötüye gidişi”, “kişi başına gelir düzeyinin yukarıya taşınamaması”, “ülke içinde ortaya çıkan yolsuzluk iddiaları”, “ekonomilerin dış finansmana olan bağımlılıkları” ve “FED’in faiz artırımı ihtimali sonrası paralarının değer kaybetmeye başlaması” şeklinde sıralandı.
Son 3 yıldan bu yana “Kırılgan Beşli”den bazı ülkeler önemli bir toparlanmaya giderken, Türkiye ‘de ise “Başkanlık Sistemi” odaklı iç politik gerilim, özellik Suriye’ye dair dış politikadaki çöküntü ve yaşanan iç savaş boyutundaki yoğun çatışmalar sonucu ekonomik yapı daha da kırılgan hale geldi.
Türkiye’de özellikle 7 Haziran seçimleri sonrası başlayan politik gerilim ve savaş konsepti sürecinde, ABD Merkez Bankası’nın (FED) faiz artırımına gitme ihtimali “kriz” söylemi ve beklentileri artırdı.
Beklentileri destekleyecek şekilde ekonomik veriler de önemli ölçüde kötü geldi. Cari açık, dış borç, dövizdeki yükseliş, işsizlik rakamları ve büyümenin kamu harcaması ve iç talep üzerinden gerçeklemesi ekonomideki kötü gidişatı arttırdı.
Tüketerek, borçlanarak büyüyen bir ekonomi
Türkiye ekonomisi 2015 yılında yüzde 4 oranında büyüme gösterdi. Ancak açıklanan verilerde büyümenin yatırımlar üzerinden değil de özel tüketim ve kamu harcamaları üzerinden yaşanması, uzun süre sürdürülemeyecek, tüketerek büyüyen bir ekonomik yapı gerçeğini ortaya çıkardı. Siyasi belirsizliğin olduğu birçok ülkede gerçekleştiği gibi Türkiye ekonomisi de yatırımların azaldığı bir dönemde kamu harcamaları ile büyüdü. Oysa eleştirel ekonomistler, dengeli ve kaliteli bir büyüme için özel sektörün yatırımları ve net ihracatın artması, cari açığında düşmesi gerektiği, aksinin sürdürülemez olduğu görüşünde.
Yanı sıra yabancı sermayenin Türkiye’ye yatırımının 2015 yılında yüzde 11 düzeyinde azaldığı Türkiye Sermaye Birliği Raporu’nda bildirildi.
Riskli yönetim
Türkiye ekonomisi için 30 milyar dolarlık cari açık hali hazırda büyük bir tehlike olarak varlığını sürdürüyor. Keza borçlanarak ekonomik çarkı döndürme yaklaşımı ileriki süreçte borçlanmaya olumsuz bir yanıtın gelmesi riskini taşıyor.
Özel sektör aldığı borç ile kur farkını kapatamaz halde
Mayıs ilk haftalarındaki politik gerilim de ekonomide olumsuz etkiler yol açtı. Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlık görevini bırakacağı tartışmalarının ortaya çıkmasıyla beraber kurda da artış yaşandı. 2 Mayıs günü 2,83 TL olan dolar, 5 Mayıs günü 2,93 TL’ye çıktı. 2-5 Mayıs arasında TL yüzde 6 değer kaybetti. Türkiye’nin dış borcu 2015 yılı sonu itibariyle 398 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bu dış borcun 283 milyar doları özel sektöre aitken, Mayıs’ın ilk haftasında piyasalardaki hareketlilik yatırımlara bir darbe daha vurdu. Kaba bir hesapla normal şartlarda 1 milyon dolar borcu olan bir şirket 2 milyon 810 bin TL borç ödemesi yapması gerekirken, Saray darbesi sonrası aynı şirket 2 milyon 930 bin TL borç ödedi.
Ekonomistler aradaki 120 TL’lik farkı ise çoğu şirketin aldığı borç ile yaptığı üretim sonucunda kazanamayacağı görüşünde.
Ayrıca Türkiye’nin dış borcu 2002 yılında 129 miyar dolarken, 2015 sonu itibariyle yüzde 206 oranında artış gösterdi ve 2003 yılından sonra ilk defa Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH)-Dış Borç oranın yüzde 50’yi aşarak, yüzde 55 oldu. Bu oranın yüzde 50’yi geçmesi durumunu, iktisat bilimi “kırmızı alarm” olarak değerlendiriyor.
Adaletsiz milli gelir ve kişine başına 5 bin dolar borç
Dış borcun AKP döneminde 3 kat artması, GSYH içindeki payının yüzde 55’i bulmasının temel nedeni TL’nin bu süre zarfından döviz karşısında kaybettiği değerden kaynaklandı. 2015 yılı itibariyle Türkiye’de kişi başına 5 bin dolar dış borç bulunuyor. Gelir adaletsizliği konusunda OECD raporlarına göre dünyada 3. sırada olan Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir ise 9 bin dolar. Türkiye’de en zengin yüzde 10’luk kesim en fakir yüzde 10’luk kesimden tam 15 kat fazla servete sahip. Bu oran OECD ülkeleri ortalamasında yüzde 9 seviyesinde.
Emekçi için enflasyon iki katı
Türkiye ekonomisinde en büyük sorunlardan biri ise enflasyon oranları. Ana akım iktisatçılar için son açıklanan yüzde 6,57 oranında enflasyon “olumlu” karşılanırken, eleştirel iktisatçılar ise verileri yoksul kitleler üzerinden açıklıyor. Keza TÜİK tarafından açıklanan veriler zengin ile fakirin tükettiği malların aynı sepet içine alınarak hesaplanıyor. İktisat bilimine göre; “insanın geliri arttıkça gıdanın sepet içindeki oranı azalıyor; kültür, sağlık, eğitim gibi masraflar artıyor.” Bu yöntem üzerinden bakıldığında fakirin harcamalarının yüzde 90’a yakını gıdaya gidiyor. Gıda enflasyonunun 8,83 oranında olduğu gözetilirse, yoksullar için enflasyon iki katına çıkıyor.
Ekonominin durumunu gösteren gerçek işsizlik
Ekonominin içinde bulunduğu en önemli iki veriden biri enflasyon ise diğeri ise işsizlik olarak kabul ediliyor. Türkiye’de işsizlik rakamları TÜİK tarafından açıklanan verilerde dahi sorunlu olarak kabul edilirken, makro veriler hiçbir zaman gerçeği yansıtmıyor. Nitekim TÜİK, sadece iş arama kayıtlarında olan işsizleri esas alarak hesaplama yapıyor. TÜİK’e göre Türkiye’de işsizlik oranı 10,9 ve 3 milyon 224 bin işsiz bulunuyor. Ancak bu rakama umudunu kesmiş, iş aramaktan vazgeçmiş işsizler ordusunu kattığımız ise durum farklılaşıyor. Muhalif sendikalar Türkiye’de iş aramaktan vazgeçmiş yaklaşık 3 milyondan fazla işsizin olduğunu belirtiliyor. Bu bilgi ışında Türkiye’de işsizlik iki katına çıkıyor. DİSK AR-GE’nin son raporuna göre geniş tanımlı işsiz sayısı 6 milyon 500 bine yaklaştı.
Öte yandan işgücüne katılım oranları da verileri yalanlıyor. Türkiye’de işgücüne katılım oranı 50,8 olarak açıklandı. Yüzde 50,8 oranı dahi Avrupa ülkelerinde Türkiye’yi son sıralarda tutmaya yeterken, kadınların iş gücüne katılımı sağlanması sonucunda işsizlik rakamları daha da artacak.
Avrupa ülkelerinde yüzde 62 oranında olan kadınların işgücüne katılım oranı, Türkiye’de sadece yüzde 30. Ek olarak, AKP hükümetinin “kadını evde tutmak” isteyen politikaların bir ucunun da işsizlik rakamlarıyla bağlantılı olduğu belirtiliyor.
Kötü ekonomi sonrası kriz beklentileri
Türkiye’de her geçen gün daha da kötüye giden ekonomik verilerin ardından 7 Haziran seçimleri, aynı dönem FED’in faiz artırımı ihtimali ve Temmuz 2015’de başlayan savaşın ardından piyasalarda kriz bekleniyordu. Ekonomist Aziz Konukman, kriz beklentilerinin sermaye açısından tam anlamıyla hissedilmediği, bunda en önemli etkinin ise FED’in faiz artırımında yumuşak adımlar atması ve var olan politik gerilimin piyasaları beklenildiği gibi etkilemediği olduğu kanısında.
‘FED sadece beklenti yarattı, durum kontrol edildi’
Geçtiğimiz bir yılda, 2016’nın çok zor bir yıl olacağı düşüncesinde olduklarını belirten Prof. Dr. Konukman, şöyle değerlendirdi: “İyi ama FED faiz indirimini bir kez değil yıla yayacağını söyledi. Yılda 4 kez faiz indirimi yapacaktı. Sonra bu sayıyı 2’ye indirdi. Daha sonra, Ocak ayında yüzde 0,25 indirdi, Haziran’ı işaret etti. Ciddi bir radikal faiz düşüşü olsaydı Türkiye’den, gelişmiş ülkelere sermaye çıkışı yaşanacaktı. Kısa vadeli sermaye hareketlerinde sert çıkışlara neden olacaktı. FED sadece beklenti yaratarak Kırılgan Beşli’de beklenen ani çıkışlar yaşanmasına engel oldu. Kontrol edilebilir bir düzeye indirdi. İktisadi deyimle, ‘Piyasaların satın almasını’ sağladı."
Konukman, kriz beklentilerinin gerçekleşmemesinde petrol fiyatlarındaki düşüş ve dışarıdan kaynaklı risklerin öngörüldüğü gibi ortaya çıkmamasında etkili olduğunu ekledi.
‘Yaşananlar risk oluşturmadı’
Konukman, uzun süredir yabancı yatırımcılar için gerekli olan hukuk ortamının oluşmadığı konusunda eleştiriler yapıldığına dikkat çekti ve ekledi: “Hatta TMK ile muhalif sermaye grupları içeri atılabilecekti. Keza yaşandı bu durum. Bunların hepsi bir risk doğurdu, yatırımlar bir anda bıçak gibi kesildi ancak para akımlarında geri dönüşler olmadı. Doğrudan yabancı sermaye için cazip bir ortam yok ancak krize yol açacak bir gelişmede yok.”
‘Uzun vadede sürdürülemez’
Türkiye’de yaşanan politik risklerin, ekonominin Saray tarafından kontrol edilmesi gibi tabloların ekonomi aktörlerince iyi analiz edildiği için yaşanan gelişmelerin yabancı sermaye için sürpriz olarak görülmediğini belirten Konukman, “Dolayısıyla risk oluşturmadı. Ancak bu durum uzun vadede sürdürülemez. Yabancı sermayenin önemsediği yapılar artık Türkiye’de yok” ifadesinde bulundu. Konukman, “iflas ertelemesi” isteyen firmaların sayısının son yıllarda artamaya devam ettiğini belirterek, “Firmalar ben sürdüremeyeceğim diyor. İflasa gitse ödeyemiyor. İşsizlik, enflasyon, cari açık… Birçok sorun çözülmüyor” dedi.
‘Kriz ancak sermaye çarkı döndüremezse gelir’
“Kriz ancak sermayenin çarkı döndüremediği gelir” şeklinde devam eden Konukman, “Bunların emareleri var. İflas ertelemeye ne kadar süre dayanılabilir. Eğer onlar ödeyemezse iş bu sermaye açısından krizdir. Mesela ABD ekonomisi iyileşti, FED Haziran’da faiz artırdı. İşte o zaman para çıkışı olur. Şu anda küçük esnaf gruplarında kriz var. Ancak bu gedikler büyürse büyük sermaye grupları da dâhil olur. Faiz artırımı ile kur patlarsa dış borcunu özel sektör nasıl ödeyecek? Kriz ile kötü ekonomi aynı şey değildir. Bunları ayrı düşünmek gerekiyor” değerlendirmesinde bulundu.
‘Sermaye için olmasa da emek krizde’
AKP döneminde oluşan bu tabloda “Kimin için kriz?” sorunun belirleyici olduğunu belirten Konukman, “kriz” tanımına sınıfsal olarak bakmak gerektiğini belirtti. Emekçiler, yoksul halk kitleleri için bir krizin yaşandığını belirten Konukman, şunları söyledi:
“Türkiye’de bir çok ekonomik sorun var ancak bunların varlığı bir kriz nedeni değil. Emek açısından ise bunlar kriz. İşsize sorsan ‘kriz ne zaman çıkacak’ diye, saçma olur. O zaten işsiz, krizde! Yoksul kitlelerden bir kesim bu krizi hissetmiyor çünkü ‘sadece devlet’ politikası var. Ancak büyük bir kesim krizi hissediyor.”
YARIN: Eleştirel iktisatçı Gaye Yılmaz, uluslararası sermaye hareketliği ve petrol fiyatlarının Türkiye'nin krizine etkisini değerlendirdi.
(kk)