Karanlık dönemin başlangıcı: 10 Ekim katliamı - DOSYA 2 2016-10-08 09:10:05 'Ağlamak gibi bir lüksümüz yok' HAYRİ DEMİR ANKARA (DİHA) - 10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği Başkanı Mehtap Sakinci Coşgun, "Bizim ağlamak gibi bir lüksümüz yok" diyerek, mücadele gerekliliğine dikkat çekti. Türkiye tarihinin en vahşi katliamı olarak tarih sayfalarına yazılan Ankara katliamının üzerinde bir yıl geçti. Bir yıllık süre içerisinde hükümet gerçek anlamda katliamın faillerini ortaya çıkarmak için bir çaba sarf etmezken, aileler için her şey patlamanın yaşandığı 10.04'teki an gibi donup kaldı. Yılın her ayında takvimler ayın onunu gösterdiğinde yine o meydanda bir araya gelen ailelerin ve yaralıların tek talebi ise "adalet" oldu. Aileler adalet arayışlarını daha örgütlü bir şekilde dillendirmek için 10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği'ni kurdu. Derneği başkanlığını ise katliamda avukat eşi Uygar Coşgun'u kaybeden Mehtap Sakinci Coşgun üstlendi. Coşgun, katliamın ardından bir yıllık süreç içerisinde yaşanılanları, dava dosyasında gelinen aşaması ve ailelerin adalet arayışına ilişkin DİHA'nın sorularını yanıtladı. 'Ağlamak gibi bir lüksümüz yok' * Öncelikle katliamın birinci yılını geride bırakıyoruz, bu dönem sizin için nasıl geçti? Bir yılı çok özetleme mümkün değil. Söyleyebileceğimiz bir şey var; o da hiç bu kadar yorulmamıştık. Yorulduk, üzüldük, yıprandık. Sesimizi bizim gibi acı çekenlerden başka kimse de duymadı. Üstelik sadece 10 Ekim'le kalmadık, başka katliamlar da geçti üzerimizden, hala insanlar bir yerlerde ölürken kendi acımıza de unuttuk neredeyse. Ama şunu da gördük, 10 Ekim'deki barış talebinin ne kadar da haklı olduğunu görerek, bunu her katliamda evet o gün keşke o miting olsaydı. O barış sesi yükselseydi, keşke 10 Ekim gibi bir süreç yaşanmasaydı dedik. Biz bunları derken, üzerimizden dört mevsim geçmiş. Zamanın geçtiğini mevsimlerden anlayabiliyoruz. Tükendik mi? Hayır tükenmedik, tükenseydik bir yıl boyunca o meydanda olmazdık. Tükenmedik ama yıprandık. Çok kötü bir süreçti. Bir taraftan hayatımızı idame ettirmeye çalışıyoruz, bir yandan da adalet arayışımız var. Hayatını kaybedenlerin aileleri ve yaralıları bıraksanız, günlerce ağlamak isterler, bir yerden çıkmamak isterler ama kimsenin bunu yapacak lüksünün olmadığını da biliyoruz. 'Devletin Suriye'deki savaşımını samimi görmüyoruz' * Devlet, bugün IŞİD ile mücadele adı altında Suriye'de doğrudan savaşa girmiş durumda. Aynı devlet katliam IŞİD tarafından gerçekleştirilmesine rağmen bu ismi kullanmaktan da imtina etti. Katliamdan aylar sonra Türkiye'deki hücrelere değil de Türkiye'nin dışında gelişen bu mücadeleyi samimi görüyorsunuz? IŞİD katliamı olduğuna şüphe yok ama devlet erkinden hiç kimse çıkıp 10 Ekim katliamı bir IŞİD katliamıdır, diyememiştir. Sadece 3 gün yas ilan edilmişti. Şimdi bile deklare edilmiyor ve bundan imtina ediliyor. Diğer taraftan Suriye'de IŞİD'e karşı bir savaş açıldı. Bir yıl sonra devlet IŞİD'e karşı savaş açtı. Ama bunu 10 Ekim katliamını yeterince büyük bir vahşet olarak görmemiş ki o gün açmadı. Bunun üzerine hiçbir şey yapmamayı seçerken, IŞİD katliamı demekten bile imtina ederken, bugün savaş açılması çokta samimi görmüyoruz. Ben IŞİD'e karşı savaşımı 10 Ekim'de açmıştım. Aslında uluslar arası platformdan bakıldığında 10 Ekim katliamı Türkiye için IŞİD'le mücadelede çok önemli bir argüman idi. Bunu kullanabilseydi BM'nin protokolüne göre de savaş açmak isteseydi açardı ama açmadı. 'Devletin ihmali var' * Katliam sonrası saldırının olacağına dair istihbarat raporları da çıktı. Acaba içerde mücadele edilseydi bu katliamların önüne geçilir miydi? Tabi ki geçirildi. Ankara öncesi Suruç ve Diyarbakır da vardı. Onlar da büyük bir vahşetti. Aslında Diyarbakır ve Suruç'taki süreçlerin yeterince araştırılmaması ve onların ilişkilerinin ortaya çıkarılmaması da Ankara katliamını sahneye konulmasının önünü açtı. Bunda da birincil sorumluluk devletindir. Biz 'devlet sen kusurlusun' dedikçe de devletin bizle ve bizim mağduriyetimizle ilgilenmeyeceğini geri plana atacağından da şüphe duymuyoruz. Ki zaten sonrasında ortaya çıkan belgeler yine müfettişlerce hazırlanan raporlarda da hiç bir şey yoksa dahi devletin ihmali var deniliyordu. 'Güvenlik olsaydı, Ankara ve sonrasındakiler de yaşanmazdı' * Buna rağmen dosyada tek bir kamu görevlisinin ismi sanık sıfatıyla geçmiyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Devletin zafiyeti sadece Ankara'da değil, diğer katliamlar da oldu. Öyle bir durum ki artık 81 ilde kritik noktalarda dahi güvenlik ile ilgili bir sorunumuz var. Şu an ben katliamın doğrudan mağduru olarak şu kadarını söyleyebilirim; bir ekmek su kadar güvenlikte ihtiyaç haline geldi. Yaşam hakkımızın sağlanmadığı bir ülkede başka haklardan bahsetmenin zaten olanağı yok. O anlamda biz güvenliği sağladık savunmasının anlamı da yok, kabul de etmiyoruz. O kadar güvenlik olsaydı zaten sonrasında bu kadar katliam daha olmazdı. Bu senaryoların yeniden sahnelendiğine de hepimiz tanıklık ettik. 'Adalet devletin siz katledildiniz diyebilmesidir' * Aynı zamanda bir avukat olarak da davanın takipçisiniz. Türkiye'de böylesi katliamlarda en çok rastladığımız cezasızlık oluyor. Bu dosyada adalet yerini buldu mu ya da bulacak mı? Çok çeşitli adalet çeşitleri vardır. İlahi adaletin tecelli edeceğine dair düşünen bir sürü ailemiz varken bir taraftan da somut adaletin realitede devletin onu tesis etmesi gerektiği aslında bunu yerine getirmekle de mükelleftir. Bir taraftan da somut adaletin tecelli etmesi ile ilgili inançları olan ailelerimiz var. Ben bu işin neresindeyim diye sorarsanız; ben bu dünyada bir adaletin gelmesi gerektiğini bunun içinde biz vicdanen elimizden gelen her şeyi yapalım. Biz en azından bugün ölsek bile biz elimizden geleni yaptık diyerek, ölmek istiyoruz. Bir de adalet nedir, biliyor musunuz? Devletin evet siz katledildiniz diyebilmesidir. Somut anlamıyla adalet bu. Yoksa sana tazminat veriyor bu adalet değil. Ya da alıp ömür boyu müebbet hapis cezası veriyor. Bu değil zaten canlı bombalar kendilerini patlattı, suçlu cezasını çekti gibi bir anlayış var. Biz sadece canlı bombaların suçlu olduğunu düşünemeyiz ki. Piyon olduklarını düşünebiliriz. Katledilen barıştı... * Katliam yüz binlerin barış talebi için bir araya geldiği anda gerçekleşti. Bu ne anlama geliyordu sizce? 10 Ekim 2015'te engellenmek istenen katledilmek istenen şey insanların barış içinde kardeşçe yaşam arzularıydı. Kan görmek istenilmeyen bir sürece evet diyen insanlar öldürüldü. Bunun ortaya konması gerekir. Demokrasinin, emeğin, barışın yani bizim değer olarak kabul ettiğimiz bütün değerlerin ortadan kaldırılmasına yönelik bir katliamdı. Hayır bu katliamın büyük olmasının temel sebebi; orada barışın katledilmesidir. Onlar barış istediği için katledildi. Tabi ki katledilen bu inançtı. * Bunu başarabildiler mi? Bunu elbette başaramadılar. Ki bu bizi mutlu ediyor. Bunu başaramamalarının en somut örneği; hayatını kaybedenlerin ailelerinin onların bıraktığı bayrağı devam ettirmeleridir. 10 Ekim katliamı aynı zamanda neyin belgesi biliyor musunuz; bu kadar farklı düşüncede, farklı kimlikte insanlar katledil ama yine bu insanlar demek ki bir noktada buluşabiliyormuş. Bunu da gösterdi. Ölenlerin tek tek kimliklerine baktığınız da kimlik analizi yaptığınız da neyi görüyorsunuz; Türkiye'nin 39 iline cenaze gittiğini, değişik siyasetten insanların barış çağrısına kulak verdiğini, onların bu ortak paydada buluşabildiklerini görüyorsunuz. Geride kalanlar olarak bizim bunu devam ettirmekten başka bir seçeneğimiz de yok. 'Kanlar birbirine karışmıştı, farklı kimliğin önemi yoktu' * O gün katliamdan bir kaç dakika sonra siz de oraya gitmiştiniz. O günden hafızanızda kalanlar? İnsanların son sözleri havada kaldı. Cenazelerin çoğunun gözü açık kaldı. Görmüş birisi olarak söylüyorum. Eşimle birlikte gitseydim belki bu röportajı da yapamıyor olacaktık. Yerdeki tablonun tanığıydım. Hiçbir şey yapamadan orada uzanıyorlardı. İnsanların kanı bir birine karışmıştı ve bu çok önemli. Kanı bir birine karışan insanların ortaya çıkardığı görüntü aslında hiçbirinin kan grubu da önemli değildi. Kimliğin bir öneminin de olmadığının göstergesiydi. Bu kadar benzer, bu kadar aynı şeyi isteyen maalesef en kötü son katledilmekle karşı karşıya kalmış binlerce insan. 'Katliamlar coğrafyasında katliamlar unutturulmak isteniyor' * Ankara'da yaşıyorsunuz, katliam yeri sık sık kullandığınız bir güzergahta oradan geçtiğiniz de ne hissediyorsunuz? Her gün önünden geçtiğim oluyor. Alt geçidi kullanıyorum. Bana halen o alan üstünden ne kadar zaman geçerse geçsin, neyle yıkarlarsa yıkasınlar o alan bana hala 10 Ekim'deki gibi geliyor. Oranın anıtlaştırılması gerekiyor. Orada ölen insanların yaşam haklarına birazcık saygı duyulmasını istiyoruz. Çok fazla bir şey istemiyoruz. Bu hepimizin de talebi. Ama yapılan davranış, burada bir katliam olmamışa getirmek. Burası katliamlar coğrafyası burada katliamlar unutulmaya çalışılır. Unutturmanın da en kolay yolu objeleri yok etmektir. Tanıklık edenleri yok etmektir. Ellerinden gelse gar binasına da söküp, götürebilirlerdi. Yargı dosyayı kapatmanın derdinde * Dava dosyasına gelirsek. Halen duruşmalarına dahi başlanmadı. İçeriğine dair ayrıntıları paylaşır mısınız? İddianame katliamın 9'uncu ayında anca hazırlanabildi. İddianame 585 sayfadan oluşuyordu o da müşteki ifadeleri, hayatını kaybedenlerin kimlik bilgileri, yakınlarının bilgileri yani sadece müşteki konumundaki kişilerden oluşan ve daha sonra sanık olarak 37 kişi gibi gösteriliyor. Bunların bir kısmı ölmüş, bir kısmı olayla ilişkilendirilmiş bir veri yok. Ne azmettiren var, ne doğrudan IŞİD'i, IŞİD'in Türkiye'deki yapılanmasına işaret eden bir durum yok. Burada fail olarak 4 kişi var onlarda kendilerini patlattılar. Yani suçlular zaten öldü, geri kalanlarla ilgili de somut veri yok. Ne yapalım biz ceza dosyasını bu şekilde kapatalım. Dava bu şekilde sonuçlansın. Böyle bir mantık var. Böyle işleyeceğini zaten biliyorduk ama buradaki derdimiz en azından iç hukuk yollarını tüketmek. Biz 7 Kasım'dan itibaren sanık ve müştekilerin ifadelerini dinleyeceğiz ilk duruşmayla birlikte. 'Hükümetin tek yaptığı 3 günlük yas ilan etmekti' * Hükümetin katliam sonrası tutumuna dair söylemek istedikleriniz var mı? Katliam sonrası hükümeti ailelerin yanında hissedebildiniz mi? Hükümet hiçbir zaman yanımızda olmadı. Bizim katliamlara göz yuman, katliamın uygulanabilmesi adına hiçbir kamu görevlisini görevlendirmeyen, olaydan sonra yaralıların ve hayatını kaybedenlerin üzerine gaz sıkan onların ambulanslara dahi yetişmesini sağlayamayan bir hükümette zaten o an ve sonrasında zaten hiçbir zaman yanımızda olan bir hükümetten söz edemedik. Hükümetin yaptığı en büyük şey belki de 3 günlük yas ilan etmekti. Hükümetin de tek icraatı o oldu. Tazminat ise zaten daha önce çıkartılan bir kanun olduğu için mecbur kalıp tazminat veriyorlar. Ölüm başına 31 bin liraya denk düşüyor. Bu rakamları da kabul eden aile olmadı. Biz devletin sorumluluğunu ortaya çıkması için idari mahkemeye başvurduk. Burada devletin sorumluluğu ortaya konacak ve belki de idari mahkemeyle birlikte devlet sorumluluğunu kabul etmiş zorunda kalacak. Bu çok değerli bir aşama olacak. BİTTİ (eb)