600 haftadır bitmeyen mücadele- DOSYA 2 2016-09-21 09:08:21 Hakikat arayışı üçüncü kuşaklara devredildi NECLA DEMİR / ZUHAL ATLAN İSTANBUL (DİHA) - Hasan Ocak, Cemil Kırbayır, Fehmi Tosun, Rıdvan Karakoç ve daha binlercesinin akıbetinin sorulduğu yer oldu Galatasaray Meydanı. Yan yana gelerek acılarından umudun fotoğrafını yaratan kayıp yakınlarının hakikat arayışını üçüncü kuşak devraldı. Cemil Kırbayır, Fehim Tosun, Hasan Ocak, Rıdvan Karakoç, Hayrettin Eren ve daha niceleri… Bu isimler, 12 Eylül askeri darbenin ardından başlayan "gözaltında kaybetme politikası" ile birlikte kaybedilenler. Bu isimlerin ailelerinin başlatmış olduğu kayıplar mücadelesinde gelinen aşama ise devletin şiddet ve katliamcı yüzünü açıkça ortaya koyuyor. 12 Eylül'ün gözaltında ilk kayıplarından: Cemil Kırbayır 12 Eylül 1980 askeri darbesinde evine baskın düzenlenerek gözaltına alınan Cemil Kırbayır, Cumartesi Anneleri'nin verdiği mücadelede bulmak istedikleri isimlerden biri. Darbenin ilk kayıplarından olan Kırbayır, işkence haneye dönüştürülen Dede Korkut Eğitim Enstitüsü'ne götürülerek sorgulanan ve sorgu sırasında işkence edilerek katledilen kayıplardan. Kendisinden haber almak isteyen ailenin 36 yıllık mücadelesi ise "Cemil Kırbayır gözaltında firar etti, onu bir daha sormayın bize" cevabı ile başladı. 8 Ekim 1980 tarihinde Kars Sıkıyönetim Gözetimevi'ne götürülen Kırbayır'a kardeşi Mikail Kırbayır, para ve giysi göndererek ulaşır ancak ertesi gün bir daha giden Mikail Kırbayır, "burada öyle biri yok" cevabıyla karşılaştı. Görgü tanıkları, sürekli "firar etti" denilen Kırbayır'ın ağır işkenceye maruz kaldığına dair tanıklıklarını dile getirse de Adalet, İçişleri bakanlıkları ile Cumhurbaşkanlığı arasında yıllarca mekik dokuyan Kırbayır Ailesi'nin aldığı "firar etti" cevabı yine de değişmez. Dosya AİHM'e taşındı Ailenin ve İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) ısrarlı takibi ile 2011 yılında TBMM İnsan Hakları Komisyonu'nun hazırladığı raporda, "Cemil Kırbayır firar etti" iddiasının gerçeği yansıtmadığı gibi gözaltında katledildiği ve bilinmeyen şekilde yok edildiğine yer verildi. Yayınlanan rapor üzerine emniyet, MİT ve Sıkıyönetim Komutanlığı'nın o dönemdeki görevlileri, yetkilileri ile dönemin sıkıyönetim komutanı hakkında Kars Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunuldu. Meclis Komisyonu'nun elindeki tüm belge, bilgi ve beyanlara rağmen Kars Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 5 yıl boyunca sorumlular hakkında dava açmaması üzerine Cemil Kırbayır dosyası bu kez avukat Eren Keskin aracılığıyla Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) taşındı. AİHM ise, Kırbayır dosyası ile ilgili kabul edilebilir kararı verdi. Hasan Ocak ile başlayan kayıplar mücadelesi Cumartesi Anneleri'nin mücadelesini başlatmasına neden olan bir diğer kayıp ise Hasan Ocak. Ocak, 21 Mart 1995 tarihinde Alevilerin yoğun yaşadığı Gazi Mahallesi'nde, "Gazi olaylarının" başladığı dönemde gözaltına alındı. Gözaltına alındıktan sonra bir daha Ocak'tan haber alamayan aile ve insan hakları savunucuları, Türkiye ve Avrupa'da "Hasan Ocak nerede" sorusunun yanıtını açlık grevleri dahil her yola başvurarak aramaya başladı. Ocak Ailesi oğullarını bulmak için 58 gün boyunca çalmadık kapı bırakmazken, anne Emine Ocak, oğlunu sordukça dövüldü, gözaltına alındı, hapse atıldı. Ve devletin Ocak'ın akıbeti ile ilgili de değişmeyen yanıtı "bizde yok" oldu. Ailenin suç duyuruları sonuçsuz kaldı Ocak'ın cansız bedenini Beykoz Buzhane Köyü Dedeler Mevkii'nde görenlerin jandarmaya haber vermesiyle durum Beykoz Cumhuriyet Savcılığı'na bildirildi, parmak izi alındı, fotoğrafları çekildi ve kan örnekleri alındı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve ilçelere parmak izi gönderildi. Ancak bu bulgulara rağmen kimlik tespiti yapılmadı. Ocak Ailesi, 15 Mayıs 1995 tarihinde Adli Tıp Kurumu kayıtlarından oğullarını teşhis etti. Ölüm nedeni tel veya iple boğulma olsa da, yüzü tanınmaması için parçalanmış ve vücudunun her yerinde işkence izleri fotoğraflanmıştı. Aile, tanıklara da başvurarak, Ocak'ın en son Terörle Mücadele Şubesi'nde görüldüğünü duyurdu. Otopsi raporu da, Ocak'ın boğularak öldürüldüğünü ortaya koydu ancak ailenin suç duyuruları sonuçsuz kaldı ve failler bulunmadı. Ocak dosyasında Türkiye mahkûm edildi Anne Emine Ocak'ın başvurusuyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) taşınan Ocak dosyası ile ilgili Türkiye "yaşam hakkını ihlal ettiği" gerekçesiyle Temmuz 2004 tarihinde 25 bin Euro manevi tazminata mahkum edildi. AİHM ayrıca kararında, etkin soruşturma yürütülmediğini, Ocak'ın İstanbul Terörle Mücadele'de tutulduğunun kesin bir şekilde kanıtlanamayacağını, güvenlik kuvvetlerince öldürüldüğünün kanıtlanabilir olmadığını ve somut olgulara dayanmadığına yer verdi. Ocak Ailesi kayıplar için yıllardır alanlarda 13 Nisan 1965 tarihinde Dersim doğumlu ve öğretmen olan Hasan Ocak'ın Kimsesizler Mezarlığı'nda bulunan cenazesi, ailenin uzun uğraşları sonucu alınarak 19 Mayıs 1995 tarihinde binlerin katıldığı kitlesel bir törenle Gazi Mahallesi Mezarlığı'na defnedildi. Babası Baba Ocak yaşamını yitirdiği 2001 yılına kadar, anne Emine Ocak ile kardeşleri Hüsniye, Hüseyin, Aysel, Ali ve Maside ise tüm kayıplar için mücadelelerini yıllardır sürdürüyor. Beyaz Renault ile kaybettirilen Fehmi Tosun Kayıp yakınlarının mücadelesini başlatmasına neden olan bir diğer isim ise Fehmi Tosun'du. 1991 yılında Amed'in (Diyarbakır) Licê (Lice) ilçesine bağlı Çavangur köyüne yapılan baskında gözaltına alınan ve tutuklanan Tosun, cezaevinden çıktıktan sonra korucu olmayı ret ederek ailesi ile İstanbul'un Avcılar ilçesine yerleşti. Tarih 19 Ekim 1995'i gösterdiğinde ise Tosun, bu kez evinin önünden beyaz Renault marka arabaya bindirilerek zorla götürüldü. Eşinin araca bindirilerek kaçırıldığına şahit olan eşi Hanım Tosun'un mücadelesi de bir daha haber alamadığı eşinin faillerinin bulunması için böylece başlamış oldu. AİHM davanın kayıttan düşürülmesine karar verdi Olayın açığa çıkarılması için her yola başvurulan olayda, hukuki süreç ise şöyle başladı: 2 Kasım 1995, 29 Ocak, 28 Mart ve 16 Eylül 1996 ile 24 Ocak 1997 tarihlerinde İstanbul Cumhuriyet Savcısı Fehmi Tosun'un kaçırılması olayı ile ilgili yeni delilleri Avcılar İlçe Emniyet Müdürlüğü'nden istedi. Herhangi bir cevap alamayan Cumhuriyet Savcısı, dosya ile ilgilenen polis memuru hakkında Asliye Hukuk Mahkemesi'nde dava açtı. 4 Nisan 1997 tarihinde ise Hanım Tosun, Küçükçekmece İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne ifade verdi ve eşinin akıbetinden haberdar edilmesini istedi. Ancak, Türkiye'de hiçbir hukuki mücadele sonuç vermeyince Hanım Tosun, 8 Nisan 1996 tarihinde AİHM'e başvurdu. AİHM ise, 6 Kasım 2003 tarihinde davanın kayıttan düşürülmesine karar verdi. 'Bizde yok' cevabı verilen bir diğer isim: Rıdvan Karakoç Polisin hedefindeki bir diğer isim de Kürt siyasi partilerinde çalışmalar yürüten ve Mezopotamya Kültür Merkezi'nin kuruluş çalışmalarında yer alan 34 yaşındaki Rıdvan Karakoç oldu. Hakkında gıyabi tutuklama kararı olan Karakoç'un, İstanbul'da yaşayan aile evi polis ablukasına alınıp, sık sık basılarak aile tehdit edilmeye başlandı. Bu nedenle evine gidemeyen Karakoç, ailesi ile posta yoluyla vekâlet gönderdiği İHD avukatlarından Eren Keskin ile düzenli olarak haberleşiyordu. Bu haberleşme de 15 Şubat 1995 tarihinden sonra kesildi. Haberleşmenin kesilmesi ardından ev baskınları son buldu ve polis ablukası kalktı. Bir daha çocuklarından haber alamayan Karakoç Ailesi'nin tüm mercilere yaptığı başvuru ise sonuçsuz kaldı. Gözaltına alındığı inkar edilen Karakoç için devletin tüm kurumları 3 ay boyunca "bizde yok " cevabı verdi. Ocak Ailesi dosyadaki sır perdesini kaldırdı Gözaltında kaybedilen oğulları Hasan Ocak'ı arayan Ocak Ailesi, Mayıs ayında Beykoz Savcılığı'ndaki dosyalar arasında tesadüfen Rıdvan Karakoç'un işkence görmüş cansız bedeninin fotoğrafını gördü. Böylece Rıdvan Karakoç'un işkence ile öldürülmüş bedeninin 02 Mart 1995 tarihinde Beykoz'daki ormanlık alana atıldığı, ölü muayenesi sonrası fotoğraflarının çekildiği, parmak izlerinin alındığı ve 26 Mart 1995 tarihinde de Adli Tıp'a teslim edildiği gerçeği açığa çıktı. Savcılık dâhil tüm resmi kurumlardan geçen Karakoç'un cansız bedeni emniyette parmak izi olduğu halde, "kimliği meçhul kişi" olarak gizlice Altınşehir Kimsesizler Mezarlığı'na defnedilmişti.3 Haziran 1995 tarihinde Karakoç'un mezarına ulaşan aile, çocuklarının cenazesini alarak Gazi Mahallesi Mezarlığı'na defnetti. Hakikat talebi 21 yıldır karşılık bulmadı Faillerin bulunması için Karakoç Ailesi'nin verdiği mücadele de Beykoz Savcılığı'nın 1995/805 esas sayılı soruşturma dosyasında, rutin yazışmaların dışına çıkamadı. 13 Şubat 2015 tarihinde aile, yeniden Beykoz Savcılığı'na suç duyurusunda bulundu. Beykoz Cumhuriyet Savcılığı'nda halen devam eden soruşturmada hiçbir veri elde edilemedi. Karakoç Ailesi'nin etkin bir soruşturma yapılarak cezasızlığa son verilmesi ve hakikatin açığa çıkartılması talebi ise 21 yıldır karşılıksız kaldı. Rıdvan Karakoç kaybedildiğinde, Mehmet Ağar Emniyet Genel Müdürü, Tansu Çiller Başbakan, Süleyman Demirel ise Cumhurbaşkanı'ydı. 1995 yılında başlayan ve her Cumartesi biraz daha katledilen yolu ise, 21 yıldır meydanlardan ayrılmayan kayıp yakınları anlattı. '12 Eylül zihniyeti yaşamın her alanında' Oğlu Cemil Kırbayır'ın kemiklerine ulaşamadan hayata gözlerini yuman Berfo Kırbayır'ın bıraktığı mücadeleyi kaldığı yerden devralan Mikail Kırbayır, 21 yıldır Galatasaray Meydanı'nda verdikleri mücadelede kat ettikleri yolun yetersiz olduğuna değindi. Kırbayır, nedenini ise 12 Eylül zihniyetinin halen yaşamın her alanında hüküm sürmesine bağladı. 'Tüm iktidarlar katilleri kolladı' Katillerin bütün iktidarlar tarafından korunup kollandığını ve bağışlandıklarının altını çizen Kırbayır, AİHM'in Türkiye'yi mahkûm etmesine rağmen hiçbir yaptırımın söz konusu olmamasına tepki gösterdi. Çıkan karara rağmen yargılamanın yapılmamış olmasını 12 Eylül zihniyetinin devam etmesine bağlayan Kırbayır, "Bundan dolayı demokrasi, hak ve adalet mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz. Bu mücadeleye, 'Cumartesi Anneleri'nin sayısını azaltalım, bizim başımıza gelen başkalarının başına gelmesin şiarıyla yola çıkmıştık' Fakat bugün insanların evlerine bombalar düşüyor, ölüleri ile aynı evde yaşamak zorunda kalıyorlar" diye belirtti. 600'ncü haftaya destek çağrısı Kırbayır, son olarak 600'ncü haftada Cumartesi Anneleri'nin haklı mücadelesine sahip çıkma çağrısı yaparak, şunları aktardı: "600'ncü haftada bu coğrafyada yaşayan tüm insanlara, keyfi ve yargısız infazlara son, özgürlük, adalet için hukukun üstünlüğünün hakim kılınması için, insan hak ve özgürlüklerinin tartışmasız olduğu yarınlarda kucaklaşmak üzere herkesi bize omuz vermeye davet ediyoruz. Hukukun üstünlüğü herkese lazım. İnsan hak ve özgürlükleri bir bireyden tutun toplumun her kesimine ait olduğu için bu asli sorundur. Herkesi kendi sorununa sahip çıkmaya davet ediyorum." Yaşamı Galatasaray Meydanı'nda değişti 1995 yılında evinin önünden alınarak kaybettirilen eşi Fehmi Tosun'un ardından alanlarda 5 çocuğu ile mücadele veren Hanım Tosun da, yıllardır süren sürecin takipçisi olan ve kendi mücadelesini veren direngen kadınlardan yalnızca biri. En başından bu yana eşinin devlet tarafından katledildiğini bilerek, hareket ettiğini ifade eden Tosun, hayatında neler değişti sorusuna ise, "21 yıldır Galatasaray Meydanı'nda yaşadıkları" ile cevap verdi. 'Kayıp yakınlarının mezara gitmek gibi bir şansı yok' Yıllardır hep aynı hikâyenin anlatıcısı olduklarını vurgulayan Tosun, "Kayıp yakınları kanayan bir yara. Hiçbir zaman kapanmaz. Analar orada konuşuyor kimi kız kardeşini, kimi anasını arıyor, kimisi de babasını. Bizler de üçüncü kuşak oluyoruz. Ben kaybımı ararken kızım küçücüktü, şimdi büyüdü, torunum büyüdü. Kayıp yakınlarının mezara gitmek gibi bir şansı yok" dedi. 'Galatasaray'da yediğim dayağın haddi hesabı yok' Yıllardır verdiği mücadelenin amacının bir daha kimsenin gözaltına alınıp kaybedilmemesi olduğunu kaydeden Tosun, Galatasaray Meydanı'nda yediği dayağın, gazın, nezarethane ve gözaltı aracı içinde yediği copların haddi hesabının olmadığını söyledi. Tosun, vazgeçmedikleri için Cumartesi Anneleri'nin bugüne kadar gelebildiğini dile getirerek, 1996-98 yılları arasında maruz kaldığı şiddetli saldırıları hatırlattı. Kendileri için Galatasaray Meydanı'nın anlamı olduğunu ve orada onlarca anı bıraktıklarını vurgulayan Tosun, şöyle devam etti: "Belki kaybettik ama çok şey de kazandık. 95-96 yıllarında o analar orada o copları yemeseydi daha çok insan gözaltına alınıp kaybettirilirdi. O yüzden biz dayak yemişiz ama vicdanen rahatız. Orada ne kadar zorluk çektiysek yine de direndik. Çünkü insanlık kazanıyordu. Belki biz kaybettik ama insanlık kazandı. Bir insanın hayatının ne kadar önemli olduğunu biz biliyoruz. Her yediğim dayak bir çocuk, bir daha babasız kalmasın diyedir." Meydan'da büyüyen tanıdık yüz: Maside Ocak Ocak Ailesi'nin yıllardır verdiği amansız mücadele ise hala hafızalardaki yerini koruyor. Ocak'ın babası Baba Ocak ve anne Emine Ocak'ın ardından meydanı onlardan devralan kardeşler Ali ve Maside Ocak,Cumartesi Anneleri eyleminin artık çok tanındık yüzleri. 600'ncü haftaya çağrı yapmak ve dikkat çekmek amacıyla hazırlanan stickerları her köşe başına yapıştırırken karşılaştığımız Maside Ocak ise, annesi ile birlikte gittiği meydanda şimdi kendi çocuğunu büyüttüğünü belirterek, yıllardır verdikleri mücadeleyi anlattı. 'Yan yana gelerek büyük bir umut yarattık' Hasan Ocak'ın gözaltında kaybettirildiğini öğrendikleri andan itibaren mücadelen vazgeçmediklerine dikkat çeken kardeş Ocak, bu süre zarfında nelere tanıklık ettiğini ise, "Biz mezarını bulabilen ilk kayıp yakınlarıydık. 58 gün süren bir arayıştan sonra Hasan'ın cesedini Kimsesizler Mezarlığı'nda bulduk. Ve o süre içerisinde annem tutuklandı. Ulucanlar Cezaevi'nde yattı ve bir anlamda hepimizin hayatı değişti. İlk oturmaya başladığımızda 4 kayıp yakınıydık. En fazla 30 kişiydik ama biz biliyorduk ki bu ülkede çok fazla gözaltında kaybedilen insan vardı. Uzun süre İHD'de açlık grevindeydik. Oraya gelen başvuruların tanığıydık. Sadece 94 Mart'ından 95 Mart'ına kadar İHD'ye 394 başvuru yapılmıştı. Biz Hasan'ın son kayıp olmasını istedik. Bunun için yola çıktık. Hasan'ın cansız bedenini bulduk ama bizim bu devletle Hasan'ı kaybedenlere soracak bir hesabımız vardı" şeklinde anlattı. 27 Mayıs 1995 tarihinden sonra hayatlarında çok şeyin değiştiğini aktaran kardeş Ocak, "Hayatımızın bir fotoğrafı Hasan'ın kocaman gülüşünü paylaştığımız dönemdi. Hayatımızı değiştiren ikinci bir fotoğraf da Hasan'ın cansız bedeninin fotoğraflarıydı. Bu fotoğraf bizim hayatımızı değiştirdi ama biz bu iki fotoğraftan üçüncü ve çok büyük bir fotoğraf yaratmayı başardık. Bu fotoğraf da Cumartesi Anneleri'nin fotoğrafıydı. Umudun belirsizliğin ve boşluğun insanı yiyip kemirdiği bir dönemde yan yana gelerek büyük bir umut yarattık. Bir avuçtuk ama sonrasında bizim orada olduğumuzu duyan kayıp yakınları eklendi" şeklinde konuştu. 'Saldırılar karşısında direnmekten vazgeçmedik' 1995-98 yılları arasında şiddetlenen saldırılar karşısında direnmekten vazgeçmediklerini ifade eden kardeş Ocak, neredeyse her hafta eylemde gözaltına alındılarını ve yaraları kapanmadan diğer hafta yine gözaltına alındıklarını gülerek hatırlattı. 'Üçüncü kuşak birinci kuşaktan bayrağı devraldı' 600 haftadır insanlık onuruna sahip çıkmak için Galatasaray Meydanı'nda olduklarını hatırlatan Ocak, "Galatasaray Meydanı'nda ilk başladığımızda ben 19 yaşındaydım. Annemle birlikte gidiyorduk. 21 yıldır o meydandayım. Annem artık rahatsızlıklarından dolayı gelemiyor. Şimdi çocuğumu orada büyütüyorum. Üçüncü kuşak birinci kuşaktan çoktan bayrağı devraldı. Üçüncü kuşağın bizlerin yaşadıklarını yaşamaması için insanların ses vermesine ihtiyacımız var" dedi. 'Çok olduğumuzda Arjantin gibi hesap sorabileceğiz' Bugün OHAL dönemlerinde, darbe koşullarında ya da demokrasi denilen dönemlerde insanların gözaltında kaybedildiği ve katledildiği günlerden uzak olmadıklarını söyleyen kardeş diyen Ocak, herkesin mücadelelerine omuz vermesini istedi. Meydanda yan yana oturdukları pek çok Cumartesi insanını kaybettiklerini ve her birinden de bir şey öğrendiklerini ifade eden kardeş Ocak, şunlar aktardı: "Biz sabretmeyi Kiraz'dan öğrendik. Umut etmeyi babamdan öğrendik. Destekçilerimizden öğrendik pek çok şeyi. Dayanışma ve paylaşmayı öğrendik. Acıların üstüne gitmesini öğrendik. Direnmeyi öğrendik Berfo anneden. Bunları yaşarken çoğunlukla yalnız hissettik aslında. Biz artık yalnız olmak istemiyoruz ve çok olmak istiyoruz. Herkesin Cumartesi Anneleri'ni sahiplendiği yerde aslında biz kayıplarımızı bulabileceğiz. Tıpkı Arjantin'de olduğu gibi katledenlerden hesap sorabileceğiz." Kardeş Ocak son olarak, 600'ncü haftadan sonra da Galatasaray'da olacaklarının tekrar altını çizdi. YARIN: Ömürleri yakınlarını aramaya yetmedi. (eç/za/pu)