İktisatçı Çakmaklı: Ekonomideki kriz 2020'ye kadar sürecek 2016-08-09 09:02:38 MERSİN (DİHA) - Yrd. Doç. Dr. Selim Çakmaklı, Türkiye ekonomisindeki krizin 2008 yılında başladığını, bunun OHAL ile daha da derinleştiğini belirterek, bu krizin 2020 yılına kadar devam edeceğini söyledi. Türkiye'deki gelişmeler ile birlikte ekonomi piyasasında yaşanan hareketliliği değerlendiren İktisatçı Yrd. Doç. Dr. Selim Çakmaklı, darbe girişimi ile ilan edilen OHAL ve öncesinde döviz kurlarında yaşanan hareketliliğin yanı sıra kredi derecelendirme kurumlarının Türkiye ekonomisi üzerindeki etkileri ile birlikte önümüzdeki süreçte Türkiye ekonomisinde ortaya çıkabilecek risklere ilişkin DİHA'nın sorularını yanıtladı. 'Dövizdeki dalgalanma alım gücünü etkileyecek' * Türkiye ekonomisinde yaşanan son gelişmelerle birlikte Türk Lirası'nın Euro ve Dolar karşısındaki kaybı neyi gösteriyor? Öncelikle şunu söylemek gerekiyor. Türkiye'de finansal verilerdeki değişim, yabancı finansal akımlardaki değişime son derece duyarlıdır. Ülkeye giren yabancı portföy (Sahip olunan servetin tutulma biçimi) yatırımları ülke ekonomisi için son derece önemli bir değişken haline gelmiştir. Ancak bu yeni bir olgu değildir. 1990'ların başındaki finansal serbestleşme politikasından bugüne liranın konvertibl (Serbest kur sisteminin uygulanması, ulusal paraların kolayca birbirlerine dönüşebilmesi) olmasıyla birlikte Türkiye ekonomisi yabancı portföy yatırımlarına duyarlı hale gelmiştir. Bu durum Türkiye ekonomisini dışa bağımlı ve daha kırılgan bir noktaya getirmiştir. Ocak 2016'ta TCMB (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası) yılsonu dolar tahminini 3.17 olarak belirlemiş ancak son günlerde yaşanan ani döviz giriş ve çıkışları kurlardaki dalgalanmaları arttırdığı için belirlenen bu kur tahmini daha yüksek gerçekleşecektir. Tabi ki bu dalgalanmaların tüketici fiyatlarına yansıması da kaçınılmaz olacaktır. Şu anda da enflasyon TCMB'nın 2016 için tahmin ettiği yüzde 8'lik rakamı aşmış ve Temmuz sonu itibariyle yüzde 8.79 olmuştur. 'Yatırım teşviki için fonlar nereden sağlanacak' * Standard and Poors ve Moody's gibi kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye'nin kredi notunu durağanlaştırması ne anlama geliyor? Türkiye'yi bekleyen riskler nedir? S&P Türkiye'nin kredi notunu düşürdü ancak Moody's ise kredi notunu değiştirmedi. Açıkçası bu kredi derecelendirme kuruluşlarının not değerlendirme süreçlerinin sağlıklı yapılıp yapılmadığı konusunda şüphelerim var. 2007 yılında ABD'de yaşanan kriz sürecinde bu kuruluşlar iyi bir sınav verememişti. Bu tür kuruluşların not değerlendirmelerinin ekonominin bütününe değil belki ama finansal piyasalara etkileri vardır. Yabancı yatırımcıların ülkeye portföy yatırımları biçiminde de olsa gelmemeleri Türkiye ekonomisinde risk potansiyelini arttırır. Türkiye ekonomisini bekleyen potansiyel risklerin başında GSYİH'nın (Gayri Safi Yurtiçi Hasıla) bileşimindeki yapısal sorunlar gelmektedir. Bunların başında da üretim artışlarının yaşanmadığı bir ekonomide tüketim harcamalarındaki artış gelmektedir. Bu konu hükümetin de gündemindedir. Başbakan Binali Yıldırım, bir televizyon kanalında yaptığı mülakatta bu konuya dikkat çekmiş ve büyümenin tüketimden değil üretimden kaynaklanması gerektiğini söylemiş ve gelecek dönemde yatırımları teşvik edeceklerini özellikle vurgulamıştır. Ancak burada önemle üzerinde durulması gereken nokta bu teşvikler için gerekecek fonların nasıl bulunacağıdır. 'Ekonomideki durgunluk 2020 yılına kadar devam eder' * Türkiye ekonomisi için çanlar çalıyor mu? Kriz kapıda diyebilir miyiz? Neler Söyleyebiliriz? Ben Türkiye ekonomisi için 2001 krizi benzeri bir çöküş ihtimalini zayıf görüyorum. Bununla birlikte takip ettiğim bazı iktisatçılar Türkiye finans piyasalarının şoklara karşı dayanıklılığı konusunda önemli şüpheleri ortaya koymaktadır. Az önce belirttiğim gibi finansal akımlarda öngörülmeyen bir tersine dönüş Türkiye ekonomisini çok zor durumda bırakabilir. Ancak şu önemle vurgulanmalıdır hem Dünya ekonomisi hem Türkiye ekonomisi 2008 yılından bu yana zaten krizdedir. Bu kriz kapitalizmin genel bir krizidir. Sadece büyüme oranları açısından dahi değerlendirirsek, hem dünyanın önde gelen ekonomilerinin hem Türkiye'nin 2008 krizinden sonra kaydettiği büyüme rakamları ortalaması önceki dönemlerin ortalamalarının altındadır. Yani bir çöküş yaşanmasa dahi büyük durgunluk devam etmektedir. Bu durgunluğun en iyi tahmine göre 2020 yılına kadar sürmesi beklenmektedir. Dolayısıyla bu genel krizin toplumsal sınıflar üzerinde yarattığı tahribatı konuşmak gerekir. 'Gelir yüksek gelirli sınıflara akacak' * Krizin toplumsal sınıflar üzerindeki etkisi nedir? Bu konudaki değerlendirmeniz nedir? Her gün duyduğumuz bazı ekonomik verilerin arka planına biraz baktığımızda ve bu verilerin yarattığı sonuçları eleştirel bir perspektiften ele almaya çalıştığımızda karşımıza toplumsal sınıflar ve bu sınıflar arasındaki mücadele çıkar. Örneğin enflasyon sadece bir rakamdan ibaret değildir. Toplumsal sınıflar arasındaki gelir dağılımını düzenleyen bir politikadır. Bu açıdan değerlendirirsek, 2016 yılında sadece enflasyonun hedeflenen düzeyde gerçekleşmeyecek olması geliri düşük ve sabit gelirli işçi ve emekçi sınıflardan yüksek gelirli sınıflara doğru yeniden dağılmasına yol açacaktır. 'Yatırımcının ihtiyacı toplumun sırtına yükleniyor' Bir diğer ekonomik veri istihdamdır. TÜİK verilerine göre 3 milyon civarında işsiz vardır. Ancak bu rakama altı yüz bin civarında iş aramaktan vazgeçmiş çalışmaya hazır olan bir kitlenin de eklenmesi gerekir. Çünkü bu kitleye resmi işsizlik hesaplamalarında yer verilmemektedir. Anlayacağımız üzere Türkiye ekonomisinde önemli bir işsizlik sorunu vardır. İstihdam edilenlerin de önemli bir kısmının iş güvenliği sorunu vardır. İş Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi rakamlarına göre, Temmuz 2016 itibariyle 133 işçi yaşamını yitirmiştir. Bu iş cinayetleri maalesef önemli bir sorundur. Yine Türkiye'nin artan iç ve dış borç miktarı da önemli bir kırılganlık göstermektedir. Aslında dış borcun büyük bir bölümünün kendi sermaye birikiminde süreklilik sağlamak adına özel sektör tarafından alındığı ve herhangi bir döviz çıkışının yarattığı çöküşün bu borcun garantörü olan Türkiye Hazinesince ödeneceği düşünülürse bu yükünde toplumun sırtına yıkılacağı çok açıktır. 'Halkın vergileri sermaye birikimi için kullanılacak' * Hükümetin son ekonomik açılımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Biliyorsunuz Başbakan Binali Yıldırım, göreve başladığında yatırımcıların önüne turkuaz halılar sermeyi vaad etmişti. Yine bir televizyon kanalına verdiği mülakata gönderme yapacağım. Bu mülakatında yatırımlar için her türlü kolaylığı göstereceklerini özellikle vurgulamıştır. Bu teşvikler arasında yatırımlar için özel faiz oranları, sigorta prim borcu affı ve borçların yeniden yapılandırılması gibi kolaylıklar yer almakta. Türkiye ekonomisinin önemli bir sorunu olan tasarruf oranının düşüklüğünü aşmak içinde bireysel emekliliği teşvik edecek uygulamalara geçeceklerini de müjdelemekteydi. Dün de vergi borç ve cezalarının affedileceğini deklare etti. Bütün bunlar ne anlama geliyor? Bunlar daralan dünya ekonomisi koşullarında ülke içinde bir ekonomik canlanma yaratarak sermaye birikimini sürdürme arayışları anlamına geliyor. Tabi son olarak şunu vurgulayalım, tüm bu teşvikler nasıl finanse edilecek. Bir varlık fonu kurulacak ve bu varlık fonuna bazı devlet gelirleri aktarılacaktır. Örneğin işsizlik ve kıdem tazminatı fonu gibi. Daha açık söylersek Türkiye halklarının vergileri sermaye birikiminin sürdürülmesi için kullanılacaktır. Önceki dönemlerde olduğu gibi! (nk-akl/st/avt)